Protesto
Semih KorkmazYenilenen İstanbul seçimlerinde daha önce onüç bin küsur farkla kazanan aday, bu sefer sekiz yüz bin küsur oy aldı biliyorsunuz. Bu durum karşısında tüm Türkiye “seçmen protesto etti” dedi. Peki nedir bu protesto? Aslında Latincede “tanıklık etmek” fiilinden türüyor. Hatta Marthin Luther King’in 1517 yılında Katolik kilisesine karşı olan bildirisini Wittenberg Şatosu kilisesinin kapısına asmasıyla doğan “Protestan” mezhebi adını buradan alıyor. Günümüzde ise daha çok gösteri anlamında kullanılıyor. Eski dilde söylersek “nümayiş”… yani önce tanıklık, sonra itiraz ve en son gösteriye dönüşüyor etimolojik yolculuğunda.
Ünlü sanat eleştirmeni John Berger şöyle yazar; “ Her ciddi siyasi protesto mevcut olmayan adalete yapılan bir çağrı ve bu adaletin istikbalde gerçekleşeceğine dair bir umuttur. Ancak protestoların birincil nedeni bu umut değildir. Karşı çıkmamak son derece onur kırıcı, küçültücü, ölümden de beter olacağı için protesto eder insan. Çünkü gelecekte ne olursa olsun içinde bulunduğun anı kurtarmaktır protesto, sıfırlanmayı ve suskunluğa mahkum edilmeyi reddetmektir. Bu sebeple gerçekleşirse eğer, o anda küçük bir zaferdir protesto. Her an gibi geçici de olsa geçici bir zafer bırakır. Geçip gitse de belleklere kazınmıştır. Protesto aslında başka, daha adil bir gelecek için göze alınmış bir fedakarlık değildir: içinde bulunulan zamanın yetersiz bir kurtarılışıdır. Mesele, yetersiz sıfatıyla tekrar tekrar nasıl yaşanabileceğidir.”
Bazı insanların “içi acır” haksızlıklara ve aşağılanmalara boyun eğmezler. Televizyonun başındaki “sessiz çoğunluk”a katılmayı reddeder, sokağa çıkarlar, gaz bombası yerler, jop yerler, itilip kakılırlar. Buna rağmen vicdanlarının sesini dinleyip, söz alır, itiraz eder, yaralanmayı göze alırlar. Hayatla kurdukları ilişkide aktiftirler, bedel ödemeyi bilirler. Hayatı “maruz kalınan” değil, “edinilen” bir şey olarak yaşarlar. Çocuk ruhlu ve isyankardırlar, “protestocu”durlar…
Protestolar bazen boykotları getirir beraberinde. İlginçtir bu kelime, İrlandalı Charles Boycott’un 1880 yılında topraklarının kirasını arttırmasın tepki olarak çiftçilerin onu protesto edip, “nerede görürse selam vermeyip, görmezden gelmesinden” kaynaklanmaktadır. Türkçede ilk defa 1908 de Avusturya-Macaristan ürünlerine karşı ilan edilen boykotaj ile yaygınlık kazanmıştır. İlginçtir, daha sert bir tepki olan sabotaj kelimesi de Fransa’daki işçilerin “sabo” terliklerini makinelere fırlatması ve işlerin durması sonucu ortaya çıkmıştır.
Yakın tarihimizde İtalyan markası sanılarak özbeöz Kayserili Bellona ürünlerinin yakılması, Fransa’nın İddia bültenlerinden çıkarılması, Rus mankenin rol aldığı müzik klibinin yakılması, Coca Cola’nın Fanta içilerek protesto edilmesi, Çinli diye Korelilerin tartaklanması gibi absürd protestolar olsa da ülkemizde bilinen ilk protesto 1828 yılında ekmek fiyatlarının zamlanmasına tepki gösteren İzmirli kadınlarca gerçekleştiriliyor. Üç gün boyunca çocuklarıyla birlikte sokaklara çıkarak protesto gösterileri yapmaları sonucu, Vali Hasan Paşa ekmek zammını geri alıyor. Daha yakın zamanda gerçekleşen önemli protestolardan biri ise sinema emekçilerinin 1977 de yeni sansür tüzüğünü protesto etmek, özgür sanatı savunmak ve sosyal haklarını almak için İstanbul’dan Ankara’ya uzun bir yürüyüş yapmalarıdır.. Kimler yoktur ki orada; Tarık Akan, Cüneyt Arkın, Zeki Ökten, Türkan Şoray, Necla Nazır, Fikret Hakan…
Dünya tarihi de birbirinden farklı amaçlar için, birbirinden yaratıcı olan, kimi etkisini gösteren, kimi amacına ulaşmasa da kamuoyunu dönüştüren, kimi de unutulan eylemlerle doludur. Beni en çok etkileyen ise Norveç’de gerçekleşen bir protestodur. İkinci Dünya Savaşı’nın başlaması ile Nobel ödüllü Knut Hamsun Nazileri desteklemeye başlar ve sıkı bir Hitler hayranı olur. O esnada Norveç henüz işgal edilmemiştir, sonrasında ise yıkım büyük olur. Savaş bittikten sonra bir sabah genç bir Norveçli,elindeki Hamsun kitabını yazarın önüne bırakıp sessizce uzaklaşır. Bir süre sonra biri daha kitap bırakır aynı yere. Sonra biri daha, biri daha, biri daha…Oslolular ellerindeki Hamsun kitaplarını yığarlar yazarın kapısının önüne… ne bir arbedeyaşanır, ne kötü bir laf edilir, kırgın Norveçliler kitapları sessizce bırakıp dağılırlar. Adeta kendi kitaplarından bir dağ oluşur Hamsun’un bahçesinde, bu zarif tepki, doksan küsur yaşındaki yazara ömrünün en acı dersini verir, pişman, umutsuz ve utanç içinde yumar hayat gözlerini.
Siyahilerin ABD’de tutunma ve kabul görme için yaptıkları da müthiştir. En bilineni Muhammed Ali Clay… Hıristiyan beyazların ırkçılığını protesto etmek için, araştırıp öğrendiği Müslümanlığı kabul etmiş, Vietnam savaşına götürülmek için askere alınmak istendiğinde “Vietnamlılardan bir kötülük görmedim ki, onlara karşı neden savaşayım?” diyerek protestosunu göstermiştir. Hatta 1960 Olimpiyatlarında ABD adına altı tane madalya kazanmasına rağmen, kapısında “köpeklere ve zencilere servis yapılmaz” yazan restoranta alınmayınca tepki olarak madalyasını Ohio nehrine atmıştır. Her galibiyet sonrasında yaptığı iki eli havada kan ter içinde, kameralara karşı haykırışını hatırlayın; “En yakışıklı benim, en güçlü benim!..” Bu, sadece bir ego meselesi değildir aslında. Siyahi vatandaşları aşağılayan ve çirkin bulan ırkçılığa karşı bir protestodur Muhammed Ali’nin naraları.
Siyahilerin protestoları bitmez. 1968 Meksika olimpiyatlarında 200 metrede birinci ve üçüncü olan ABD’li zenci atletler, ulusal marş seremonide çalınırken ve bayrakları havada yükselirken başlarını öne eğerler, tek ellerine geçirdikleri siyah deri eldivenli kollarını yumruk şeklinde kaldırırlar ve ayakları da çıplaktır: Amerika’daki ırk ayrımcılığını ve siyahlara reva görülen fakirlik ile ikinci sınıf vatandaşlığı protesto etmek için. Duruşu ile tüm Amerika’ya ve hatta dünyaya adını duyuran Rosa Parks’a ne demeli? O dönemde otobüste siyahlar ve beyazlar için ayrı koltuk bulunmaktadır. Rosa Parks; beyazlar için ayrılan koltuklara oturur ve kalkmayı reddeder. Bunun üzerine tutuklanır ve hapse girer. Olaydan sonraki bir yıldan uzun bir süre boyunca siyahiler, otobüslere binmezler, her yere yürüyerek giderek bu durumu protesto ederler. En sonunda ABD pes eder ve bu uygulamayı yasaklar. ABD’ye karşı yapılan başka bir ünlü protesto da, Baba filminin unutulmaz aktörü Marlon Brando’dan gelir. 16973 yılında kazandığı Oscar ödülünü almaya gitmemiş, kendi yerine Amerika’nın Kızılderililer üzerindeki soykırımını protesto etmek için genç bir Kızılderili asıllı oyuncuyu göndermiştir. Sahneye Kızılderili kostümüyle çıkan genç oyuncu, Brando’nun ödülü reddettiğini açıklamıştır. Üstelik Marlon Brando’nun bu esnada Kızılderili bölgesinde bir kayıkta Kızılderili arkadaşları ile balık tutuyor oluşu da şahane bir durumdur.
Dediğimiz gibi yüzlerce örnek var aslında. Kadınların seçme hakkı için kendini kralın atının önüne atıp can veren Emily Davison, sivil direnişin öncülerinden olan ve İngilizlerin koyduğu tuz vergisine karşı denize doğru yirmi dört gün yürüyüş yapan Mahatma Gandhi, nisan 1965 de Washington’daki Vietnam karşıtı yürüyüşte askeri muhafızların süngüsüne çiçek takan Allison Krause, Ünlü Tiananmen meydanı olaylarında elinde poşetiyle tankın önünde duran ve kimliği hala bilinmeyen genç Çinli…
Orijinal ismi “la haine” olan 1995 yapımı “Protesto” adlı bir film var. Hayat Fransız banliyösünde yaşayan bir göçmen gözüyle bakan; insanın insana olan nefretini ve o nefretin bir uygarlığı nasıl duyarsızlaştırıp, nasıl uçuruma sürüklediğini anlatır. Film aynı sözlerle başlar ve yine aynı sözlerle de biter…
“Elli katlı bir binadan düşen adamın öyküsüdür bu…
Her katta kendini rahatlamak için şunu demiş içinden:
Şimdiye kadar her şey yolunda
Şimdiye kadar her şey yolunda
Şimdiye kadar her şey yolunda
Önemli olan düşüş değil,
Yere çarpıştır… “