Mavi » Yazarlar » Semih Korkmaz »  O Kadar Kitap Okudun da Ne Oldu?

O Kadar Kitap Okudun da Ne Oldu?

O Kadar Kitap Okudun da Ne Oldu?

O Kadar Kitap Okudun da Ne Oldu?

Her şey babamın, ben küçükken kitaplarını ortalıkta bırakmasıyla ve annemin “Hayrettin kaldır şu kitaplarını ortalıktan” serzenişlerine karşılık verilen cevapla başladı. “Bırak hanım… Çocuk kitaplarla tanışsın…” Sonra dönem itibariyle ev ev gezilerek satılan ansiklopedilerle devam etti. Henüz okuma bilmiyordum ama resimleri ilgimi çekiyordu. Hala unutmam “Artel Okul Ansiklopedisi”…  İlkokula başlamamla beraber çizgi romanlar ve çocuk dergileri girdi hayatıma. Harçlıklardan biriktirilen bozukluklarla Arkadaş kırtasiyeden alınan tenten ve milliyet çocuk… Çizgi romanlarla büyüdük biz. Öyle ki geçenlerde “Kaptan Swing” adlı kahramanın son bölümü geçti elime. Bağımsızlık savaşının kazanıldığı ve Çelik Blek’in de katıldığı bir düğünle en sonunda “Betty” ile evlendiğini görünce ağlamaklı oldum. Çocukluk kahramanlarımın birinin bitişini okuyordum çünkü. Halbuki kahramanlar ölmezdi, o yüzden eski sayılarını da okudum biraz, hala var olduğunu bilmek için. Aynı olayı Agatha Christie’nin ünlü Belçikalı dedektifi Hercule Poirot’u “Ve Perde İndi” kitabında öldürmesinde de yaşamıştım. Aynı dönemde Muzaffer İzgü ile tanıştım ve ünlü kahramanı Ökkeş ile… Saf, temiz kalpli bir Anadolu çocuğu idi Ökkeş… Ve arkadaşı Hasan’ın anlattığı bir hikaye hiç çıkmaz aklımdan; “Baloncunun balonlarının bir kısmı kopuverir ve ağaç dallarına takılı kalır. Balonları toplarsa bir tanesinin O’nun olacağını söyler Hasan’a. Hasan çıkar ağaca ve balonları bin bir zorlukla toplar sadece bir tane beyaz balon kalır en tepede, ulaşamaz ona. Aşağı inip balonları verdiğinde yürür gider adam. Arkasından koşar, adam o en tepede kalan balonu gösterir Hasan’a…  Sonrasını şöyle anlatır Hasan; “Mutluyum. Balonum vardı. Ama balonumu elimde tutamıyor, oynayamıyordum. Ağacın dibine geldim, bakmaya başladım. Benim balonum beyaz balonum orada… O gün akşama kadar ağacın dibinden ayrılmadım. Devrisi gün yine gittim oraya, yine balonumu izledim. Ama ikinci gün gittiğimde balonum sönmüştü. Biliyor musun, o zaman oturdum orada, balonum patlamış diye hüngür hüngür ağladım…” okuduğum bu parça hüzünlüydü evet ama başka bir şey daha öğrenmiştim. Garibanın kendinden daha garibanı ezmesini… Unutamadığım ve düşüncelerimi oluşturan kitapların bir diğeri de Işıl Özgentürk’ün “Kuş Ne Yana Öter?” kitabıdır. İlkokul çağındaki Ahmet’in İşçi Halil ile dostluğunu, bir grevin coşkusu içinde dostlukların en onurlusunu yaşayarak, çalışanların özlemini, gurbet acısını, onuru, yiğitliği, aklı ve sevda türküsünü öğrendiği, babasının ihbarıyla ağabeylerin yakalanışının şaşkınlığını gördüm. Daha sonraları büyüdüğümde kişileştirdim kendimce, uzun boyu ve iri elleri ile Deniz Gezmiş canlandı Halil karakterinde… Türkçe kitaplarında sonraki ünitelerin okuma parçalarını okuyan çocuklardandım ben. Böylece devam etti benim kitap yolculuğum. Yaşar Kemal’in şiir misali destansı romanı ”İnce Memed” tanıştırdı beni çakır dikenleri ve ağalık sistemiyle. Hiç hapse düşmeden ya da hapiste her sabah idam edilme korkusuyla, duyulan ayak sesleri benim kapımda mı bitecek demeden Albert Camus’tan öğrendim. Hayatın sıradanlığından sıkıldığımda çözümün avukat tutmak olmadığını Kafka’dan öğrendim.  Mutlu ailelerin birbirine benzediğini, her mutsuz ailenin ise kendine özgü bir mutsuzluğu olduğunu Tolstoy’dan öğrendim. Ve hep Godot’u bekledim ben. Hiç gelmeyeceğini ya da hayallerin hiç tükenmeyeceğini bilerek. Dünyadaki hiçbir bilim, kişisel gelişim ya da benzeri kitap bana, bir adamın işlediği suçtan ötürü yaşadığı bunalımı, iç sorgulamaları ve varoluşsal krizleri gösteremez Dostoyevski kadar, böceğe dönüştüğü için ailesi dahil etrafındaki herkes tarafından dışlanan bir adamın yabancılaşmasını Kafka kadar, bir ülkenin ve ailenin yüzyıl süren yalnızlığını da anlatamaz Marquez kadar. Çünkü kitap okumak varlığımızın bir tatminidir. Çekirdek çitlemek gibi bir meşgaledir, tiryakilerin ikinci paketi çekmecede tutmaları gibi ikinci bir kitabı tutmaktır, belli bir noktadan sonra ne okuduğunun çok fazla bir anlamı kalmaz aslında, hatta okuduğun bir kitabı bir süre sonra başka bir çevirmenden tekrar okumak; bir filmi başka bir yönetmenin yorumundan izlemek, bir şarkıyı başka bir şarkıcıdan dinlemek gibi bambaşka tatlar verir. Kitap okumak, bir kişi, bir konu, bir olay veya bir öyküye zamansal, mekansal, fikirsel ve ruhsal olarak derin ve farklı bakış olanağı sunar. Her konunun, kişinin, yerin, öykünün, olayın nüansları olduğu gerçeğini anlatır. Bu da; her şeyi anlama çabası gösteren olgun bir insan olmaya evriltir kişiyi. Çünkü insan kavramlarla düşünür, düşünme eyleminin temeline indiğimizde, kavramların algıda oluşturduğu izlerin, birbiriyle ilişkilendirilmesi ve yorumlanarak sentezlenmesini doğurur. Kitap okumak, kavramlara, olaylara ve ilişkilendirmelere verilecek anlamların insanın insiyatifi ve tercihleriyle hareket edebilmesi için gerekli hayal gücünü, dahası kendi düşünme sistemini oluşturabilmesini ve geliştirebilmesini sağlar. Oğuz Atay; “Tutunamayanlar” da şöyle der; “ gerçek dediğimiz dünyada kimin ne yapacağı belli değil. Her gün şaşırtıyor beni, yazarlarımla yaşamak daha kolay.” Bir insanın romanlarda birer belirtisini gördüğü insan suretlerinin aslı, belki cahil bulduğun annen, erken kaybettiğin baban, yaşam tarzını beğenmediğin ablan, ya da hep aynı şeyleri yapmaktan şikayet ettiğin arkadaşlarındır. Fakat gördüğün her şey, farklıdır aslında. Onlar da benzer şeyleri senin için düşünmektedirler belki, denemeden bilemezsin bunu, ama deneyecek kadar zamanı onlara vermezsen, o zaman kitap okumak sırf zorunlu bir olay olur. Halbuki kitaplar zaten o insanların görünmeyen yönlerini, gizlemek istedikleri sırlarını açık ettikleri için güzeldirler. Kitapları bize çekici kılan şey, insan ruhuna dair hissedip, bilinç düzeyinde fark edemediğimiz gerçekleri cümlelere görünür ve konuşulabilir kılmasıdır. Yani demek istediğim kitaplarda başkalarını öğrenip, hissedip, anlayabilip, dibindeki insanı göremiyorsan, kitapları okumuş olmak için okuyorsun aslında.  

 

Kitap okursanız  başkalarının düşüncelerini de göz önünde bulundurmayı ihmal etmezsiniz. Kendi düşüncelerinizden vaz geçmeyip, başkalarının düşüncelerini de göz önünde bulundurarak kıyaslama yapabilirsiniz. Bir sürü ruha ve bilgeliğe bürünebilirsiniz. Hiçbir zaman akıl sır edemeyeceğiniz olaylara soyut tanıklık edebilir, asla tanıyamayacağınız insanların yaşamlarını görürsünüz. Toplumda kadın olmayı, erkek olmayı öğrenirsiniz. Benim düşünceme göre; hiç tanışmadığı karakterlerle özdeşleşebilen biri, çevresindeki insanlarla çok daha rahat iletişim sağlayabilir ve iyi bir empat olarak olaylara karşısındakinin açısından bakabilir.

Ancak ne bulursanız da okumayın. “yeşilin 86 biçimi” , “kurtadam kont ile vampir düşes” , “şeytana salladım” , “amin dedim sevdi” , “çilek kokulu mumsu hikayeler” , “gidersen düşerim” tarzı kitapları  mesela…. Kitapların altlarını da çizmeyin, çünkü iz bırakan kitap cümleleri altını çizip yeşil, mavi, kırmızıya boyadığınız, her yerine notlar aldığınız kitaplardan değil, okuyup unutamadığınız cümlelerden oluşur.

Jack London ünlü “Deniz Kurdu” kitabında Kaptan Larse’ye şöyle söyletir; “keşke kitaplarla hiç tanışmasaydım.” Çünkü sistemlerin iç yüzünü görürsün, aytıntılarını görürsün, için kalkar, sinirlenirsin, üzülürsün, kızarsın. Kendini çaresiz hissedersin ama vazgeçemezsin, daha da çok okursun. En fazla çıldırırsın ve Spinoza’nın ünlü lafına gelirsin “ignorantia non est argumentum” –cehalet bir argüman değildir.” Ama maalesef ülkemizde Ignorantia est beatum” yani  “cehalet mutluluktur”. Okuyan insan empati kurar ve olaylar arasındaki bağlantıyı irdeleyerek fevri davranmaz. Ancak geleceği düşünebilmek, kimsenin zarar görmesini istememek, bunu yaparken de kendinden ödün vermek, doğruyu ve gerçeği bilebilmek, ülke ve insanlar için yararlı olanı bilmek toplumumuzda sevilmeyen bir alışkanlıktır. siz ne denli kanıt ve belgelerle, okuduklarınızla konuşursanız konuşun, birileri kulaktan dolma bilgilerle sizi alt etmeye çalışarak ilkel egosunu tatmin etmeye çalışacaktır. Başlıkta da dediğimiz gibi bu kadar kitap okuduk ve hayatı anladık biz. Doğru ile yanlışı herhangi bir dogmaya yer vermeden direk olarak gerçekler ve kanıtlarla kabul ettik. Kişileri o an içinde bulundukları ruh hallerini analiz ederek yargıladık ve daima iyi ve güzel sonuçlar bekledik. O kadar kitap okuduk ta ne oldu biliyor musunuz? biz olduk…

Çok erken kaybettiğimiz Sebahattin Ali; “Canım Aliye,ruhum Filiz” de şöyle vasiyet eder; “etrafın seni sıktığı zaman kitap oku…Ben şimdiye kadar her şeyden çok kitaplarımı severdim. Bundan sonra her şeyden çok seni seveceğim ve kitapları beraber seveceğiz. İnsan; muhitin bayağı, manasız, soğuk tesirlerinden kurtulmak istediği zaman yalnız okumak fayda verir. Bana en felaketli günlerimde kitaplarım arkadaş oldu, fakat bu yetmiyor… Şiirlerimde de gördün ki, kitaplara rağmen çok ıstırap çektim, çünkü candan bir insanım yoktu. Sen benim yarım kalan tarafımı ikmal edeceksin

Yazar Hakkında

Semih Korkmaz

Semih Korkmaz