Baharın ilk sabahları
Semih Korkmaz(Chopin’in “Spring Waltz” eşliğinde okuyunuz)
Ağaçlar tomurcuk açmaya, havalar gece de ılık olmaya, etraf daha güzel kokmaya başlamışsa; insan her şeyin güzel olacağına inanmışsa, yeşil toprağı çatlatıp göstermişse kendini, olur olmaz her şey seni mutlu ediyorsa, çocuklaşmışsa insan, kendini bırakıvermişse, kuşların sesi sarmışsa ağaçları, cam kenarında oturan öğrenciler dışarıya bakıp hülyalara dalmışsa, dersler boşlanmışsa bahar geldi demektir. Hani Candan Erçetin bahar şarkısında der ya;
“ Bahar geldiğinde mi ben böyle olurum?
Yoksa böyle olduğumda mı gelir bahar?”
“Bir çiçek yolumu kesti” der Cemal Süreya bir dizesinde. Gerçekten de çiçektir bahar, bol bol çiçektir. Akdeniz’de baharın ilk açanı olan badem ağacıdır, sonra papatyalardır, hani şu “seviyor sevmiyor” diye koparırken heyecanlandığımız ilk aşkımıza. Can Dündar’ın “Bahar, yalvarırım çek git işine/ Salma üstüme çiçeklerini/ Aklımı çelme!..” dizelerinde görürüz bunu ve Edip Cansever’in hiç yayınlanmamış dörtlüğünde; “Bana hiç görmediğin bir çiçek adı söyle/ Bana bir giz gibi bir çiçek adı söyle/ Önümüz ilkyaz, menekşe değilse ne?” Oysa “Ben her bahar aşık olurum” şarkısıyla “hadi bir daha” demektir bahar, baştan başlamaktır, aşık olunacak en güzel kızdır bahar, doğumdur bahar, her bahar yeniden doğmaktır. Her kışın sonu bahardır ya. Umuttur bahar, yaşama gücüdür insanın, ihtimalidir. Devam eden insan ömrünün üç noktasıdır… Nazan Bekiroğlu’nun da dediği gibi; “ Ne denli ılık yağmurlarla uyanıyoruz kimi, zamanı ve mekanı geri saran düşlerimizden. Yeniden çocukmuşuz, yeniden bütün boşluklarımızı doldurmuşuz, baharmışız yeniden…” En güzel hikayecilerimizden Sait Faik Abasıyanık; “ İlkbahar bir bayram, bir uyanış, bir mucize, bir çılgınlık, olmayacak gibi duran bir şeyin oluşu; ilkbahar şu, ilkbahar bu…kuş, papatya, gelincik, çayır, çimen, ağaç, çiçek, mimoza, zakkum, su sesi, hindiba, Çingene kuzu…” diye başlayan hikayesinde verir aynı şekilde umudu ve sevinci.
Tüm insanlara eşit davranır bahar, mevsimlerin en adilidir. En ünlü gülmece yazarımız Muzaffer İzgü’nün 8-9 yaşlarında yoksulluk ve yoklukla büyüyen bir çocuğun hayatını ajite etmeden ama acısını duyurarak anlatan ve aslında kendi çocukluğu olan “Zıkkımın Kökü” kitabında Muzo’nun en sevdiği mevsimdir bahar. Okuldaki çocuklar eskimiş gocuğu yüzünden dalga geçmeyeceklerdir çünkü, evlerine bulgurdan başka yiyecekler girecektir ve çalışıp birkaç kuruş para alabilecektir soğuk su ve darı satarak.
Eski çağlardan beri sevilir bahar, ilk insanları düşünün;, soğuktan dolayı ölmeyecekleri, bol yiyecek bulacakları bir dönem, acaba onlar hangi ismi vermişlerdi bahara? Örneğin antik yunanda aşk ve güzellik tanrıçası Venüs, aynı zamanda gençliğin, yenilenmenin, bereketin ve dolayısıyla da bu özelliklerle eşleştirilen ilkbaharın da temsilcisidir. Osmanlı döneminde de baharı konu eden manzumelere “bahariye” denilirdi. Baharın güzellikleri, doğanın yeniden canlanışı, insanlarda doğanın yenilenmesiyle paralel olarak ortaya çıkan mutluluk ve ferahlama, bunun sonucu olarak kurulan eğlence meclisleri bahariyelerde zengin hayaller ve benzetmelerle tasvir edilirdi. Baki’nin; “ Bahar eyyamı geldi taze aşıklık zamanıdır/ Çemende su gibi safi şarab içmek gerek şimdi.” dizelerine bakın , hala okunabilir. Şarap demişken Ömer Hayyam’ı unutmamak gerekir;
“Bahar geldi; başka bir şey istemem kafamda;
Hele akla hiç yer vermem bahar soframda;
Şarap seninleyim bu mevsim koru beni;
Söğüt ağacı sen de ser gölgeni altıma”
İkinci Yeni’nin en bilinen isimlerinden Cemal Süreya; rivayete göre arkadaşları ile meyhanede otururken genç bir çiftin kavgalarına tanık olur. “O zaman insanoğlunun mezarı böyle olsun, dört mevsim aşk, meşk olsun” diyerek şu dizeleri yazar; “Bahar mezarına gömsünler sizi/Yapraklar gibi buluştunuzdu/ Kokular gibi seviştinizdi/Bahar mezarına gömsünler sizi”. İkinci Yeni’ye ismini veren şair, yayıncı Muzaffer İlhan Erdost’tur. İlhan ismini sonradan kendisi eklemiştir, 12 Eylül faşizminde gözaltında işkenceyle öldürülen kardeşinin adını yaşatmak için. Sonraları şöyle yazmıştır; “Yine bahar, yine kır çiçekleri/Yine bir şarkı söylenmede mahzun…/Öyle unutmuşsun ki kendini/ Bırakma ellerimi bırakma, ne olursun!...”
Mahpusluk ta zordur baharda dışarıda doğayla beraber insan da canlanır, ya içerde? Sezai Karakoç’un “Leyla’nın doğumu için Mecnun’un sonradan söylediği” başlığıyla yazdığı şiirde; “Çığ düştü göklerden/ ve bir bahar günü doğdun sen/ Güvercinler geçti menekşelerden/ ve bir bahar günü doğdun sen/ Baharın ta kendisi oldun sen” mısraları Mecnun’un Leyla’sı için çöllere, zindanlara düşmesini hatırlatır. Şairlerimizin mahpustan yazdıkları şiirler de boldur bizde, malum düşünüp yazabilen çok dışarıda kalmaz bu ülkede. Nazım Hikmet mesela; “Dışarıda bahar geldi karıcığım bahar/ taze yaprak kokusu, kuş sesleri vesaire…/ dışarıda akşam olur sonra/ bulutsuz bir bahar akşamı…/ işte içerde baharın en kötü saati budur asıl” ya da Ahmed Arif’in “Görüşmecim yeşil soğan göndermiş/ karanfil kokuyor cıgaram/ dağlarına bahar gelmiş memeleketimin”. Mahpusluk denince en ünlü mekanı Sinop Cezaevi gelir akla ve Ahmet Kaya’nın o bir daha olmayacak sesiyle dinlediğimiz “Dışarıda mevsim baharmış/ gezip dolaşanlar varmış/ günler su gibi akarmış…/ geçmiyor günler geçmiyor” şarkısı…dinlenirken nasıl da acımaz insanın yüreği? Hele ki bu eseri yazan ; 2 Nisan 1948’de vahşice katledilen Sabahattin Ali ise… Türkiye’de sonu gelmeyecek siyasi cinayetlere yapılan ilk büyük davetti O’nun katledilişi. Öyle ki, “Milli duygularla öldürdüm” diyen katil Ali Ertekin sadece 4 yıl ceza almış, aynı yıl çıkarılan afla serbest bırakılmıştır. Sabahattin Ali’nin cesedini bir çoban bulmuş, beraber Marko Paşa dergisini çıkarttıkları Aziz Nesin ise teşhis etmişti. Bitti mi? Hayır bitmedi! Daha sonra kaybedildi ceset. Şu anda katledildiği yerde, üzerinde “Başım dağ/ saçlarım kardır/ Benim memleketim dağlardır…” yazan bir taş bulunmaktadır. Oysa ki o sadece halkını düşünmüştür ve olacakları bilirmişiz gibi Ali Baba dergisinde hayatı için şöyle yazar; “Çalmadan, çırpmadan, bize ekmeğimizi verenleri aç, bizi giydirenleri donsuz bırakmadan yaşamak , istemek bu kadar güç, bu kadar mihnetli (sıkıntılı), hatta bu kadar tehlikeli mi olmalı idi?”
Bahar kimine göre mutluluk, kimine göre telaş, kimine göre kaybedilenler, toprağa verilenler… Hani dedik ya Sait Faik’ten “İlkbahar şu…ilkbahar bu…”diye. Henüz 36 yaşında bir sonbahar günü kaybettiğimiz garip akımının en ünlüsü “ Beni bu güzel havalar mahvetti” mısrasının sahibi Orhan Veli’nin ilkbaharı ile bitirelim yazımızı…
Tüyden hafif olurum böyle sabahlar
Karşı damda bir güneş parçası
İçinde kuş cıvıltıları, şarkılar;
Bağıra çağıra düşerim yollara
Döner döner dururum başım havalarda
Sanırım ki günler hep güzel gidecek
Her sabah böyle bahar;
Ne iş güç gelir aklıma, ne yoksulluğum