Düm Düm Teketek
Semih KorkmazArkadaşlar hazır mısınız?
Daha güzel daha mutlu daha adil
Sevgi dolu bir dünya için, barış için, insanlık için
Batsın bu dünya!
Dıt dıt dırıdın dıt dıt dırıdın dıt dıt dırıııııııınının…
Hemen herkes bilir bu melodiyi ve neredeyse hepimiz arabesk müzik dinlemişizdir. Günümüzde ise arabesk artık geriye dönük bir ütopyanın, bir geçmiş nostaljisinin öğelerinden biridir. Peki toplumu bu kadar etkileyen, zamanla kültürü dahi oluşan arabesk nedir?
Fransızca “arabesque”, “arabesk usülü” anlamına gelmektedir. Meydan Larousse ise “bozulmuş ve yozlaşmış” tanımını yapar. Ülkemizde ise 1930’ların ortalarından itibaren gösterime giren Mısır filmlerinde yer alan şarkıların Türkçeye uyarlanması ile ortaya çıkmıştır. Köyden kente göç nedeniyle modernleşmenin yükselmesi, kente gelen köylü kesimin kendi iç dinamikleriyle farklı bir yapı oluşturmalarına neden olmuştur. Arabesk müziğin kurucusu olarak bilinen Orhan Gencebay arabeski “Türk Sanat Müziği, Türk Halk Müziği ve bunlara ek olarak da batı tekniğinin her türlü olanaklarına özgür sunumun eklenmesinden oluşan bir müzik türü” olarak tanımlamaktadır. Sevdiği kızı alamayan gencin, tekstilde çalışan gözü yükseklerdeki genç kızın, tamirci çırağının kaderlerine isyanlarının dışavurumudur. Arabesk müziğin yayılması aslında toplu taşıma ile gerçekleşmiştir düşündüğümüzde. Bu yüzden “dolmuş müziği” olarak da adlandırılır. Gecekonduda yaşayanların tek ulaşım aracı ile arabesk müzik köyden kente göç etmiştir. Arabesk filmlerinde kahramanların dolmuş şoförü rolünde olmaları bundandır belki de. Karamsarlık, umutsuzluk, mutsuzluk, acı ve aşk gibi öğeleri yansıttığı için Türk halkı tarafından büyük rağbet görmüştür. Örneğin Orhan Gencebay’ın şarkılarında “çaresizlik, mutsuzluk” 618, “kader” 220, “aşk ve sevgi” ise 1057 kere kullanılmıştır.
Arabesk fakir halkın sığınağı ve umudu konumuna gelmiştir. Filozof Adorno’ya göre müzik, çağdaş toplumun ikilemlerini ve çelişkilerini bünyesinde barındırır. Aristo ise “katharsis” (ruhsal arınım) yaratır der müzik için. Böylece insanlar dertlerinden, sorunlarından kısa bir zaman dilimi için de olsa kurtulabilmektedir. Bu yüzden Müslüm Gürses “Baba” dır. ( Müslüm ney?... Müslüm Baba!) Siyasiler de kullanmıştır bunu. Nasıl ki arabesk müzik önce gerilimi arttırıp sonra rahatlamayı sağlıyorsa, politikacılardan da ülkenin kalabalıklarına gerilimi verip en iyi “kathartik” etkiyi sağlayan en fazla oyu alır mesela. Süleyman Demirel’e “Kurtar bizi baba!” diye bağıran halk bu duyguyu özümsemiştir. Turgut Özal ise arabesk etkenini yıllarca kullanmış ve hatta ANAP’ın 1988 seçimlerindeki kampanya müziği “Allah Allah bu nasıl sevmek” olmuştur.
Peki arabesk kültür nasıl doğmuştur? Bunun cevabı olarak çeşitli sosyal etkenleri saymak mümkündür. Göç olgusu, gecekondulaşma, sanayileşmeye dayalı kentleşme ve kentlileşme çabası sayılabilir. Gecekondularda yaşayan, kentlere alışmaya başlayan insanlar popüler kültür ürünlerini tüketmeye başlamışlardır, ancak zenginleşemeyince yoksul olduğunun farkına varmış, bunu anladığında da içinde yaşadığı topluma yabancı hale gelmiştir. Yabancılaşma ise arabesk kültürün doğmasına ve gelişim göstermesine neden olmuştur. Dolayısıyla arabesk, yabancılaşmanın meydana getirdiği bir kültürdür. Kente ayak uyduramayıp kendi aralarında etkileşime giren kesim bu yüzden arabeske adeta can simidi gibi sarılmıştır. Acıyı satın alabilmişlerdir aslında.
Arabesk kültür sadece müzikle sınırlı değildir. Cüneyt Özdemir’in çocukken başından geçen bir olayı anlattığı, sevgisine cevap vermediği genç kızın trafik kazasında ölmesi ile ilgili attığı “Ne zaman kar görsem aklıma gelir” tweeti inanılmaz etkileşim aldı mesela. Hayatta da arabesk tadında zamanlar yaşamaz mıyız bazen? İbrahim Tatlıses’in meyhane masasında “ben çocuğuma flüt alamayacak mıyım? kaç para bir flüt?” haykırışı ( o zaman rakıda ÖTV yokmuş galiba) ve Cem Yılmaz’ın “Ben çocuğuma mandalinanın en iyisini alırım” esprisi bu arabesk tadın farklı versiyonlarıdır. (Devlet Bahçeli’nin “benim de çikelatam olsa, benim de püskevitim olsa ” çıkışını hatırlayın.)
Tabi arabesk filmlerden bahsetmeden olmaz. Bu filmlerde seyirciye sürekli olarak hayali bir dünya sunulmaktadır. İnsanlar gerçek aşkın olabileceğini düşünmekte, zengin-fakir aşkına olumlu gözlerle bakmakta ve Filmin ana karakteri ile kendilerini özdeşleştirmektedirler. Film bittiğinde ise izleyiciler rahatlamış ve umutlarını canlı tutmuşlardır. Mutlu olabilme ümidi filmler aracılığıyla insanlara yansıtılmaktadır. (1978 yapımı, bir gecekondu mahallesinde geçen “Sultan” filminde Adile Naşit “kızlar, çok güzel film gelmiş sinemaya bol bol ağlarız” der mesela) Arabesk filmler bu replikte de belirtildiği gibi “acıklı film” dir. Bol bol acı vardır. (Küçük Emrah filmlerini hatırlayın, anne hep mi kötü yola düşer?)
Hayallerine kavuşmak isteyen iki insanın bir araya gelerek hayallerini gerçekleştirmeleri ve bu esnada birbirlerinden uzaklaşarak ayrılmaları konulu çok güzel bir arabesk film çekilebilir mesela. Orhan Gencebay ve Müjde Ar oynayabilir başrollerde. Müzikle uğraşan bir erkek ve oyunculukla ilgilenen bir kadın. Muhtemelen Orhan abimiz mahpusa, Müjde ablamızda geneleve düşerdi çekilseydi. Oysa konusunu verdiğim film Oscar ödüllü “La La Land (Aşıklar Şehri). İçinde acı yok, kaderimse çekerim yok, isyan etmek yok. Ertem Eğilmez 1988 yılında çektiği “Arabesk” filmi ile bu dönemin absürd bir parodisini yapmış, bu tarz filmlerde sıkça kullanılan; şarkıcıların kendi adlarını kullanmaları, sürekli yerli yersiz kendi sesleriyle şarkı söylemeleri, başlarına sürekli felaket gelmesi gibi janrları kullanmıştır. Zamanına göre 880 bin gibi seyirci sayısına ulaşmış bu kült filmi yönetmen hasta yatağında ve tekerlekli sandalyede bitirmiştir üstelik.
Halk bunu istiyor mantığıyla çekilen bu filmler halkın kültür ve gelir düzeyinin yükselmesi ile birlikte sahneden çekilmiş ve Türk sinemasının arabesk dönemi noktalanmıştır. (Hoş daha mı iyi oldu? Şimdiki yerli diziler ve kadın programı tabir edilen yayınlar güzel mi? “Yeter ki sen mutlu ol” denilen sevgiliye küfür edildi mesela. Gitti Orhan abi, geldi İsmail YK!)
Yakın geçmişte Fazıl Say “Arabesk yavşaklıktır” çıkışıyla çok tepki görmüştü. Aklıma Tarık Akan’ın bir röportajında söyledikleri gelmişti. 1973 tarihli o hepimizi ağlatan, müziğini unutamadığımız “Canım Kardeşim” filmiyle ilgili; “Film hiç tutmadı o zamanlar, çünkü halk kendi gerçek yüzünü görmek istemedi. Gecekondu mahallesinin asıl yüzü vardı orada” demişti. Bu bağlamda bakılırsa arabesk; kendi toprağı ve karakteri olması istenen Anadolu insanının topraksız ve eğitimsiz bırakılarak göç etmek zorunda kaldığı büyük şehirde ayak takımı olmasının ve “kula kulluk etmesinin” ağıdıdır. “Ben zaten her acının tiryakisi olmuşum” diyen Orhan Gencebay, “Ben hep yenilmeye mahkum muyum?” diyen Müslüm Gürses, “Ben insan değil miyim” diyen İbrahim Tatlıses, “Huzurum kalmadı fani dünyada” diyen Ferdi Tayfur, “Zalimler sultanı, elinden geleni ardına koyma” diyen Devran Çağlar ve “Kurtar yarab!” diye haykıran Bergen (ki cenazesine arabeskin 4 kralı ilk ve son kez birlikte katılmıştır) insanların isyanlarına sözcü olmuş ama cevap olamamışlardır. Aslında şu da bir gerçektir ki; eğitilmemiş, hayatı “hayatta kalmak” mücadelesi ile geçmiş insanlardan Balzac gibi aşık olmalarını, Sartre gibi var oluş problemlerine çözüm aramalarını, Kafka gibi acı çekmelerini bekleyemezsiniz.
Bireyci, değişmezci ve kederci uslüpla şekillenen arabesk, 80’li yıllarda sol ve entelektüel çevrelerce çokça eleştirilir. (Halbuki isyan; kadere ise arabesk, devlete ise protest müzik oluyor, Ahmet Kaya’nın müziği için de “devrimci arabesk” denilmiştir.) Bugün ise arabesk kültürün modernize edilerek yeniden üretilmesinde entelektüel çevreler rol oynamıştır. Murathan Mungan’ın projesinde Batı müziğinin bir çok şarkısını Müslüm Gürses’in yorumlaması (Aşk tesadüfleri sever albümü) üst orta sınıf entelektüel kesimi ve daha önce hiç arabesk dinlememiş insanları tanıştırmıştır arabeskle. Arabesk kendi öyküsünü tamamlamıştır.
Arabesk müziği, kültürü, yaşam biçimi olarak görülmesi, acısı kederi….aslında yazıda anlatmak istenilen bir çok olayı İbrahim Tatlıses 1991 yılında çıkardığı “Vur Gitsin” albümünde söylediği “Arabesk bu arabesk” şarkısıyla anlatmıştır;
Acısı tatlısı var
Sevinci kederi var
Gözyaşlarımız da var
Dümdüm teketek düm teketek
Arabesk bu arabesk
Bazen sevgi çalar, ümit verir gönlüme
Bazen hasret çalar, keder verir ömrüme
Bu bir hayat biçimidir
Bu bir özgür düşüncedir
Hem sevilir hem sevilmez
Çözülmeyen bilmecedir
Dümdüm teketek düm teketek
Arabesk bu arabesk