Server Tanilli
Sabri Özdemir
SERVER TANİLLİ
Güzel hayatlara, özlemlere ve ütopyalarımıza yol açan, bir ömrü “bir yol” için beklentisiz harcayan insanlar vardır; bir de bunun karşıtı ve ortası, sağı ve solu düş bozumcular. Siyasetten, sanata ve yaşamın tüm boyutlarına kadar; tutkunun, aşkın, özgürlüğün anlamına açılım kazandıranlar ya da hayatın doğal reflekslerini çıkarcı bir güdülenmeyle hiçe sayanlar. Aydınlanma tarihimiz bunun örnekleriyle dolu.
Bunu bir kez daha anlamıştım Server Tanilli’yi gördüğümde. Bir köyde yıllar önce okuduğum kitaplarını anımsamıştım. Dünyayı değiştirmek istediğimiz zamanları ve öncesini; sonradan öğrendiğimiz ve baskılarla örtüşen yılların tutkulu insanlarını. Şarkıları ve aşkı tanıdığımız günleri anımsayıp, bulutlu özlemlere kapılmıştım. Yazdıklarıyla bize demokrasiyi, etik değerleri ve onurlu yaşamın ilkelerini öğreten bu bilim ve aydınlanma insanını karşımda görünce heyecanlandığımı anımsıyorum. Mücadele yıllarının tüm izleri okunuyordu sert yüzünden. Tekerlekli sandalyesinde oturuyordu. Kendi deyişiyle - göstermese de - 70 yaşındaydı ve mücadeleden yılmamıştı. Anlamlı bir hayatın insanıydı ve hep öyle yaşamıştı.
Paris düşlerini, özlemleri, sürgünleri ve “hayat bilgisi” derslerini çok iyi bilen bu adama yaklaşmış ve o yıllarda yazarlarından biri olduğum Kaçak Yayın dergisini kendisine vermiştim. Kitaplarını imzalarken arada tekerlekli sandalyesine yerleşiyor, ödünsüz bir tavrın tüm güzelliğinde, her türlü bozukluğu, alçaklığı ve ihaneti yerle bir edecekmiş gibi duruyordu. Yalandan, çıkar ilişkilerinden, rastlantısal / kaypak yaşamlardan, döneklikten ve sömürüden ırakta yaşayan dürüst bir insanın sert duruşuydu bu. Önce bu duruşun fotoğraflarını çekmiştim. Sonrasında, o Kaçak Yayın’ı incelerken birlikte fotoğraf çektirmek ise unutulmaz bir anı olarak zamanın hafızasına yazılmıştı. “Hayatı kitaplarınızdan öğrendik” dediğimi duymamıştı. Elindeki silgi hayata özenin ve yanlışlara tahammülsüzlüğün simgesel kanıtıydı. Kitabını “Sevgilerle,saygılarla” diye imzalamış, Kaçak Yayın ise onda kalmıştı. (Sevgi saygı bizden olmalıydı oysa)...
Aydınlık, umut ve bilgi yüklü birçok kitap yazan Server Tanilli’nin kürsüden izleyicileri selamlarken konuşma güçlüğü çektiğini görmüş, üzülmüştüm. Bunun ağız yapısındaki bir bozukluk nedeniyle bir buçuk yıldır sürdüğünü söylemiş “Ama sakın kafamda çatlak olduğunu sanmayın” diye eklemişti. Bu geldiğimiz zamanları özetleyen müthiş bir sözdü. Algılama yöntemlerini değiştirenlere, popüler yaşamlara, yoldan çıkanlara, çizgiden kopanlara, döneklere, globalleşme yalancılarına, sanatı insandan koparan lobi ve kokteyl edebiyatçılarına, o dönemdeki Picus tayfasına; kafasında, düşlerinde ve düşüncelerinde “çatlak” oluşanlara bir göndermeydi. Sinemayı, müziği, resmi, edebiyatı insandan koparıp, düşlerin donduğu etkisiz bir noktaya; bir ihanet ve saçmalık noktasına sürükleyenler, topluma sanatsızlık hastalığını bulaştıranlar; üretemeyenler ve hapsolduğumuz dünyadaki soluksuzluğumuz gelmişti aklıma. Dansın güzelliklerini düşünmüştüm... Dans ve tüm sanatlar, çirkinliklerden arınma yollarıydı benim için. Nice yazarların güzellik sürecine ne çok şey kattığını, Server Tanilli’in niçin hep okunması gerektiğini; dansta, sinemada ve yaşam örgüsündeki ve yerel çıkışlardaki estetiği ve tınıyı ve aşkın/dansın hayata katkısını, ödünsüz tavrın insanı hiçleştirenlere karşı radikal bir çıkış olduğunu bir kez daha anlamıştım. Çünkü bu güzel insana çok yakındım.
Köy enstitülerinin kapatılmasıyla bir ülkenin geleceğinin nasıl karartıldığını, rastlantıların ortaya çıkardığı yöneticileri, illüzyon ustalarını, kapitalizmin halüsinasyonlarını ve korkularını, kültürsüzlüğün nasıl bu boyutlara ulaştığını anlattı o gün. Ve bu boyutta insanları yargılamak, sinemacıları tanımamak, La Poete Travaille gibi yerel dergilere saldırmak, basılı dergiler yerine edebiyat sitelerini yutturmak ve popülist söylemler ayarında takılıp kalmak kolaydı. Şu net olarak anlaşılmıştı: “Kültürel dönüşüm” ve “yaşayarak eğitim”; çirkinlikleri ortadan kaldırmak, hayatı kapitalizmin sanal öcülerinden ve berbat sömürüsünden kurtarmak, ‘köy’ yalınlığına ve altmışlı, yetmişli, seksenli yılların şarkılarındaki yalınlığa ve o zamanların hislerine varmak için bir an önce başlamalıydı.
Konuşmasını ‘yorgunum’ diye sonlandırmıştı. Aydınlanma sürecinde çok az insan onun kadar yorulmuştu. Kafasında ‘çatlak’la dolaşanlar bunu anlayamazdı. Böyle bir yaşam özgün olmaktan ayrı; çıkar orijinli, tutkusuz ve donuk düşler evreninde yaşayanlara; evrensel telepatiden yoksun kalanlara, Afrika’nın borçlarını silen(!) G-8 yardakçılarına, aşksız kalanlara, apartman yazarlarına, tepki için soyunamayanlara çok uzaktı. Ve ancak insan için yazılan her satır, her dize; dahice her çıkış ve dansın kıvrak akışı bizi ütopyamıza biraz daha yaklaştıracaktı.
Tanilli’nin varlığı o gün bunu bir kez daha yaşatmış, anlatmış, anımsatmıştı…