Zamanlar ve Mekanlar
Sabri ÖzdemirzaM’anLar / meK’anLar
ben;
siyah-beyaz televizyonlu yıllardan çıkıp, fotoğraf makinelerine aşık olmuş bir adamım. adam olmak kolay değil. sözün gelişi söylüyorum.
artık fotoğraf makinelerine tepeden bakmıyorum.
70 yılının 1 nisanında gaz lambalarının aydınlığına doğmuşum. 80’lerin tanığıyım. hayallerimi gaz lambalarıyla aydınlattım. ilkokula bir köyde, siyah önlükle başladım. çok oynadım, oyuna doymadım, çocuk kaldı hep bir yanım. işte bu yüzden kalkıp her gün erkenden, gökyüzünü yeniden yaşadım. her kar yağışında kartopu oynadım.
ilkokulda hacivat’ı ve karagöz’ü, siyah beyaz televizyonumuzda şeker kız’ı ve çakmaktaş’ı tanıdım. dallas başladığında sustum, ceyar en kötüsüydü tanıdıklarımın, lusi en güzeli. farkonetti’yi kötü bildim, kovboy filmlerine özendim, köle ısaura’ya ağladım. telefunken’di ilk televizyonumuz. türk sineması akşamlarında yanımdaydı arkadaşlarım. gece kapanıp, sabah açılan tek kanaldaydı bütün tanıdıklarım. şimdinin baş döndüren kanal ve dizi sarmalından çok ötede, tüm gerçekliğimle vardım. ve en önemlisi bir lusi’ye, bir de bütün kızlara aşıktım.
elvan gazozu’na bayılırdım.
erik ağaçlarımız vardı, kirazlarımız, elmalarımız…
kırılan kayısı ağacımız.
kiraz tadındaydı çocukluğum.
ilkokulda testler yoktu. dere kenarındaydı oyunlarımız, okul bahçesinde yağmurda ıslanmıştım. yağmurdan kaçmamıştım. sonraki yıllarda hep yağmurlara kaçacaktım.
siyah önlüğüm, sıfır numara tıraşım, bol oyunlu eğitim hayatım. bisküviler arasına lokum kıstırır, bisküviyi çaya bandırırdım. sakızlardan çıkan resimlerdi tüm varlığım. bir şenlikti tüm bayramlarım. şimdilerin çok öncesinde az test, az teknoloji; çok zaman, çok mutluluk vardı. hem eğitim, hem öğretim vardı. hayat yapmacıklıktan, karmaşadan, kötülük yüklü oyunlardan, cipsten, hamburgerden ve aldatmalardan uzaktı. lisede internetin hayali bile yoktu. dersi bir not artırmanın yolu, ev ödevleri için kütüphaneye kapanmak ve ansiklopedilere abanmaktı.
çevirmeli telefonları o zaman tanımıştım.
siyaset o zamanlar 4 adamdı.
siyaset damarlarındaydı yurdumun.
ben siyaseti oyun sanmıştım.
.bir mizah dergisinde çıkmıştı ilk yazım. sözlerim sevgiden ve barıştan yanaydı. nasıl heyecanlanmıştım. sanki sözlerimle dünyayı kurtaracaktım.
hep öyle kaldım.
üniversitede sanatı ve siyaseti doğaçlama tanıdım. hislerimle kendi ideolojimi yazdım. hiçbir ideolojinin kaypak yanına yanaşmadım.
vara vara teknolojinin yaşam alanlarımızı bunalttığı zamanlara vardım.
bunları da zaten, zaman içinde zamansızlık tutSaklığına varışımızı, anların yorumlanmasının nasıl hayretliklerle dolu olduğunu anlatmak için yazdım.
eğitimin, siyasetin, teknolojinin, sanatın, kapitalizmin zamandaki evrimini anımsamak / anımSatmak ve eğitim programlarının insanları hayata kattığı oranda başarılı olabileceğini yılların dönüşümüne öykünüp anlatmak çabasındayım. belki biraz kendim için oldu yazdıklarım. okuyucunun zamanını çalmak anlamında kaygılıyım. ama eğitimde, siyasette, sanatta ve hayatta geldiğimiz yerin, teknolojinin sanal uzantılarıyla harmanlanmış bir samimiyetsizlik taşıdığı kanısındayım. teknoloji hayatımızı oyalayan ve zamanı hızlandıran bir hırsız konumunda.
bakın ya da bakmayın
şimdilerde facebook yönetiyor dünyayı. sosyal ağlardan devrim yapılıyor. cep telefonları harikalar yaratıyor. dünya dönüyor. google’den alemin seyrine varılıyor. az sonrası, az önceye uymuyor. mutluluk gitgide tükeniyor. sadece yavaş yaşamanın sırrını bulanlar, kendini sanata adayanlar, adarken sanallıktan uzaklaşanlar, doğanın ayrıntılarıyla mutluluk pencereleri aralayanlar bu bunalımdan sıyrılıyor.
ben müziği, sinemayı, şiiri, fotoğrafı, çayı, kahveyi her zamankinden çok yaşıyorum.
yaşamayanlar tüketirken tükeniyor, savaşlardan hoşlanıyor, samimiyetsiz hayatında kendisini aldatıyor.
bu kadar insan arasında, on numara yalnızlık her yanda.
bunun için…
hayata söz katan siyaset yapıcıların, yazarların, şairlerin; önce, zaman yorumuna bakalım. onlar; eylemlerinin öncesinde hayata, sanal koşturmacalara, zaman yolculuğundaki algılarına ilişkin düşündüklerini anlatsınlar. belediye başkanları, kentlerinde zaman müzeleri kursunlar. zaman müzelerinden oyuncak müzelerine geçenler; çocukluğun, dere kenarlarından ve yapma oyuncaklardan bilgisayar ekranlarına, seçenekli-süreli sınavlara taşındığını gözleriyle görsünler. eğitimi yönetenler bayramları hazır ol komutundan çıkarıp şenlik havasına taşısınlar.
bakın ya da bakmayın,
savaşlar…atomu durmadan parçalayanlar…insanların yaşamlarına aldırmayanlar
gözlerim eski zamanlardan alBümler arıyor.
bilin ya da bilmeyin…
mutluluk ölçüsü teknolojinin illüzyonunda değil. mutluluk kapitalizmin sözlerinde, şarkılarında, filmlerinde olamayacak ve oralara sığamayacak yalınlıkta… varılabilir, resmi yapılabilir bir mutluluk bu. çocukluğumuzda, 80’li yıllarda, sıçrattığımız sularda, açık hava sinemalarında… ilişkilerin gerçek olduğu zaman yolculuğunda …
oysa;
teknoloji ve insanlar “yoksun” zamanlarını yaşıyor.
gözlerim eski zamanlardan alBümler arıyor.
kahve kokuyor oda;
bir shot daha ?..