Seçim Reklamları Oyunuzu Değiştirebilir Mi?
Özkan GözütokPeki siz sokaklarda ki bayrakların, pankartların yada çevrede oluşturduğu gürültü kirliliği sayesinde insanlara itici gelen seçim otobüslerinin seçmenin oy tercihini değiştirebileceğini düşünüyor musunuz?
Türkiye’de bir siyasi partinin marka gibi reklam yapması, 1991 genel seçimlerinde Anavatan Partisi’yle başladığını görüyoruz.
Batı ülkelerinde son yılların en başarılı seçim kampanyası ise hiç kuşkusuz 2008’deki Obama ve 2016 yılında ki Trump’ın başkanlık zaferleri olmuştur.
Ben insanların fikirlerini değiştirmenin çok zor olduğuna inananlardanım. Tıpkı Einstein’ın dediği gibi “İnsanların zihniyetini değiştirmek atomu parçalamaktan daha zordur.”
Bir bireyin yada bir topluluğun fikirleri her hangi bir afişle, sloganla yada bir televizyon reklamıyla değişeceğini düşünmüyorum. Çünkü insanların dinleri, tuttukları futbol takımı yada gönül verdikleri siyasi partiler onların gözünde kutsallaşmış konumdadır.
Seçim dönmelerinde partiler çeşitli platformları kullanarak seçmeni etkilemek onlar üzerinde etki bırakarak seçim sonucunda belirleyici olmak ister. Bunun içinde çeşitli kampanyalar yürütülür. Geçmişten günümüze alışa geldiğimiz şehir mitingleri, parti bayrakları, seçim şarkıları ile yollarda gezen seçim otobüsleri, geleneksel reklam mecraları, billboardlar gibi birçok örnek verebiliriz.
Peki siz sokaklardaki bayrakların, pankartların yada çevrede oluşturduğu gürültü kirliliği sayesinde insanlara itici gelen seçim otobüslerinin seçmenin oy tercihini değiştirebileceğini düşünüyor musunuz?
Sizce bizim ülkemizde de siyasi parti liderlerinin artık yeni yöntemleri kullanmaları gerekmiyor mu?
Günümüzde gelişen teknoloji, internet ve sosyal medya ile seçim kampanyalarının da şekli değişmektedir. Artık liderler şehir mitingleri kadar sosyal medyaya da önem vermekte ve hedefledikleri büyük seçmen kitlesine ulaşmayı amaçlamaktadır. Çünkü artık hemen hemen herkes telefon ve sosyal medya kullanmakta olup; haber, video ve fotoğraflara kolayca erişebilmektedir.
Dediğim gibi eskiden kalma seçim alışkanlıklarımızı bir kenara bırakıp yenilenen ve gelişen dijital dünyaya ayak uydurmamız gerekmektedir.
İnsanların bazıları lidere oy verirken, bazıları ise; kendi fikirlerini hayata geçirecek olan partiye oy verir.
Kimi bir futbol takımını tutar gibi oy kullanır; taraftarı olduğu parti ne yaparsa yapsın, lideri kim olursa olsun tercihini hiç değiştirmez.
Peki siz oy verirken aklınızı mı kullanırsınız yoksa duygularınızla mı hareket edersiniz?
Son yıllarda yapılan araştırmalara göre çoğunluk oy verirken akılcı değil, duygusal karar veriyor.
Bir toplumun fikri nasıl değişir? En yakınınızdakinin bile fikrini değiştirmek bu kadar zorken herkesin zihniyetini değiştirmek nasıl mümkün olabilir?
İşin aslı şu ki çoğumuz duygularımızla karar alırız; bunun içindir ki geleneksel reklam kampanyaları haricinde seçmenin yüreğine dokunabilen liderler, kampanyalar, söylemler hep bir adım önde olmuştur. İnsanlar tercihlerini yaparken her ne kadar aklı ile karar veriyormuş gibi görünse de duyguları ile karar vermektedir.
Kimse kimseyi mantıkla ikna edemez. Karşınızdakini ikna edebilmek için onun yüreğine dokunan bir öykü anlatmanız gerekir.
İkna etmek için öykülerden daha etkili bir yol yok. Bu, özel ilişkilerimizde de, iş hayatımızda da, siyasette de geçerli. Birisini ikna etmek istiyorsanız onu mantıkla ikna etmek çok zor, çok uzun ve çoğu zaman başarısızlıkla sonuçlanan bir yol.
Ülkemizdeki son on beş yıllık siyasi döneme baktığınızda Recep Tayyip Erdoğan’ın baskın üstünlüğünü görürsünüz. Bence kazandığı her seçimin sırrı vaatleri ya da insanlara ekonomik olarak sağlayacağı faydalar değil, 'bende sizden biriyim’, ‘içinizden biriyim’ söylemleriyle anlattığı öykülerdir.
Örneğin Obama’nın “Babamdan Hayaller” kitabında anlattığı, babasının NewYork’ta bir araba kazası sonucu öldüğünü öğrendiğinde başladığını söylediği kişisel yolculuğu, birçok insan için ilham ve umut kaynağı oldu. Obama sadece bu kitabında değil neredeyse tüm konuşmalarında öykü anlatma tekniğine başvurdu ve “Ben Kenya’dan gelen siyah bir adamla Kansas’tan gelen beyaz bir kadının oğluyum. Ben 2. Dünya Savaşı’nda General Patton’ın ordusuna hizmet etmiş ve Büyük Bunalım’dan çıkmış bir dede ile o uzaklardayken bomba yapımında çalışmış bir anneanne tarafından büyütüldüm. Amerika’nın en iyi okullarında okudum ve dünyanın en yoksul halkı arasında yaşadım. Damarlarında kölelerin ve köle sahiplerinin kanını taşıyan bir siyah Amerikalı kadınla evliyim. Bu kan, bizim değerli kızlarımıza bırakacağımız mirasımızdır.” diye “babasından hayalleri” anlatarak sadece Amerika’da değil dünyada ki insanları da etkileyerek Amerikan seçimlerini kazandı.
Bir siyasi lideri, bir siyasi partiyi tercih ederken kullandığımız yöntem bir markayı seçerken kullandığımız yönteme benzer. Marka tercihlerimizde olduğu gibi siyasi tercihlerimizde de yoğun olarak duygularımıza güveniriz, duygularımızdan güç alırız. Oy verirken elbette mantığımızı da kullanırız; ama tek başına mantığımız bu tercihlerimizi açıklamaktan çok uzaktır.
Bence siyasetçilerin marka dünyasından öğrenecekleri çok şey var; çünkü markalar anlam yaratmak, duygulara hitap etmek bakımından siyasetin çok ilerisinde.
Anette Simmons’un dediği gibi, siyasette de, ticarette de, özel ilişkilerimizde de, en iyi öyküyü anlatan kazanır.