Geçmişe özlem
Murat SevenYaşı kemale ermiş insanların çoğunun yaklaşımı geçmişi güzellemek , gençleri kendi çizdikleri sınırı aştıkları için eleştirmek. Zor da olsa şu gerçeği kabul etmek gerekmez mi? Dünya bizim zamanımızın dünyası değil... Öyleyse iletişimin bunca geliştiği, dünyanın giderek küçüldüğü, tüketimin doludizgin sürdüğü bir hayatta hala kendi dönemimizdeki insan ilişkilerini aramak gençlerin buna göre davranmasını beklemek olsa olsa bir safdilliktir. Fransız etnolog Claude Levi Strauss bu soruna , sorunsa eğer, başka türlü bakar. Ona göre yaşlıların çoğu birikimsel tarihlerini tamamlamışlardır. Tabiri caizse bir istasyonda durmuş tren gibidirler. Gençlerse o trenin yanından göz açıp kapayasıya geçen hızlı tren... Daha görecekleri öğrenecekleri , biriktirecekleri çok şey vardır. Bu bakımdan gençleri sürekli eleştirmenin doğru olmadığını düşünenlerdenim. Ama Metin Altıok'un şu zehir zemberek dizeleri de yabana atılacak gibi değil doğrusu..
Geçmişe özlem gelmişse bir toplumda gündeme
Bugünden hoşnut değil demektir kimse
Ama geçmiş güzellikleri yaşatmak için
Gönlü yok kimsenin gül yatiştirmeye.
Ve anlamlı bulurum Nazım'ın dizelerini..
Ben sadece ölen babamdan ileri
Doğacak çocuğumdan geriyim.
----
Perdeyi aralayıp balkonun penceresinden baktım. Sokağın başındaki lambanın sarı aydınlığında gördüm o adamı.. Yüzünü seçemedim..Ufak tefek titrek bir gölgeydi sadece... Eğilip bir sigara yaktı. Kibritin alevini üfledi sonra. Nedense ürperdim. Şehrin kulaktan kulağa anlatılan tüm kriminal olayları geçti aklımdan... Bavul cinayeti ,kaçırılan çocuklar... Afred Hitchcock'un sinemada izlediğim Rebeca filmi de.Yakınımızdaki istasyondan gelen trenin kesik kesik düdüğü korkuya çalınmış bir ıslık gibi geldi bana. Porsuk'un kıyısındaki bahçede bir köpek uludu... Ah diye geçirdim içimden keşke babamlar evde olsaydı. Nereden çıkmıştı şu akraba düğünü. Masada ders çalışan ablama baktım.
-Yolda bir adam var...
Sinirli sinirli güldü ablam...
-Allah Allah yol senin mi ? Bu vesveselerinden bıktım artık.
Başını önündeki kitaba gömdü. Buz tutmuş gecede bozacının sesini duydum. Bütün sesler içimdeki korkuyu büyütüyordu. Duramadım... Kötü bir şeyle karşılaşmaktan ürke ürke perdeyi yine hafifçe araladım. O ne ? Adam bahçe kapısının önünde.. . Perdeyi kapadım titreyerek , biraz da ablamdan çekinerek fısıltıyla konuştum.
-Abla adam kapının önünde...
Korkum ona da bulaştı... Gözleri iri iri açıldı. Yüzünde seyirmeler başladı. Bir şey demedi ama... Tüy kadar hafif adımlarla yanıma geldi.Küçük bir karar verme anından sonra perdeyi hızla çekti. Adamla aramızda cam vardı.Bir an elindeki sigaranın narını gördüm.Tornavidayla balkon kapısını zorluyordu..Başını kaldırdı.İnce bıyıklı zayıf yüzüyle bana baktı. Gözlerinde pis bir ışıltı vardı.Ansızın birinci kattaki balkondan aşağı attı kendini.. Sonra doğruldu..Koşarak karanlıkta kayboldu.
Sonraları o geceyi çok konuştuk ablamla.. Bir keresinde şöyle demişti bana .
-Demek sadece biz değil hırsızlar da korkarmış.
---
Özgür olmak zor bu yaşamda..Kimini hiç farketmediğin kimini ise görmezden gelip çaresiz boyun eğdiğin ince, kalın ; uzun kısa mutlaka bir zincirle bağlı olduğun iktidarların tutsağısındır çünkü . İktidar derken kastettiğim elbette sadece siyasal olanı değil, ayıplarıyla kınamalarıyla seni hizaya getirme gayreti içindeki gelenek göreneklerin , insanı tek tipleştirmeye çalışan okulların , hatta taparcasına sevip asla vazgeçemediğin nesnelerin iktidarı aynı zamanda..Turgut Uyar'ın Uzak Kaderler İçin isimli şiiri ezber bir yaşamın iktidarına hafif tertip başkaldırıdır.
Bir gün bir yağmurla garip garip
Çoluğu çocuğu terkedeceğim
Bir sevgiyle doymayacak kalbim anladım
Alıp başımı gideceğim..
....
Bir sonbahar bir yağmur olacak
Toprak ve insan kokularıyla
Uğultulu bir sarhoşluk içinde
Başımı alıp gideceğim..
Ne ki şairin şiirinde gösterdiği , çoğumuzun içinden zaman zaman geçse de ''alıp başını gitme kararlılığı''nı gerçekte kaç kişi gösterebilir ki.. Özgürlük havasını ancak sözcüklerde soluyabilir insan..Bazen ona bile müsade etmez iktidarlar. Sözcüklerin altında düzeni sarsacak bir bozgunculuk ararlar.
İvan İlyiç,* hasta yatağında hayatı anlamıştır.. Ama çok geçtir.. Ne çocukları beklediği ilgiyi gösterir ona ne de karısı..Şimdi onu, zincirini kırma umudunun olmadığı karanlık bir esaret beklemektedir ..Beki de sonsuz özgürlük..
İnsan ölüme çaresiz teslim olacaksa da hiç olmazsa yaşarken özgürlüğünü kısıtlayan büyük küçük tüm iktidarlara itiraz edip daha özgür bir yaşamın ağır kapısını aralayamaz mı.?
İvan İlyiç'in Ölümü-Tolstoy
---
Aralık ayında baharı yaşıyoruz. Havalar böyle giderse ağaçlar çoğa kalmaz çiçek açar.Yılbaşılar kar altında kalmış kulübeli , ren geyikli kartpostala dönüşür imgelemimizde.. Kırlangıçların, leyleklerin alışkanlıkları değişir .Göç etmezler bir yere.. Ayılar uykusuz dolaşır ormanlarda..Kışa hazırlık diye cinsiyetçi işbölümü içinde ;anneler salça yapmaz ,yaz sebzeleri kurutmaz, babalar soba temizlemez , çocuklar kömür taşımaz. Nineler kazak örmez..Akşamları soba başında masal anlatmazlar torunlarına..
Vurgulamak istediğim geçmişe bir özlem duygusu değil. Bilgi denen şeyin kesin,değişmez olmadığı sadece.. Ben ilkokuldayken mevsimler hakkında değişmez sanılan bilgiler ezberliyorduk. Şimdi hala öyle midir bilmiyorum ama kuşaktan kuşağa aktarılan bu ezberletilmiş bilgilerin günümüzü açıklamada hiçbir değerinin kalmadığı çok açık..
Ardanuç Lisesi'nde görev yaparken bir bakanlık müfettişi öğrencilere bilgi ezberletmeyin demişti.Çünkü bilgiler değişebilir. Gün gelir Zonguldak'ta kömür çıkmaz olur..Murgul'da çıkan bakır azalır. Maden politikalarını sorgulatın ,çevre sorunları üzerinde düşündürün.. Müfettişin sözü aklıma geldikçe o yıllar Zonguldak'ta kaç ton kömür çıktığını bilemediği için sınıfta kalan çocukların uğradığı haksızlığa üzülürüm.
İtalya'da başarısız olduğu için okuldan atılan,yıllar sonra profesör olmuş çocuğun coğrafya öğretmenine gönderdiği mektuptaki şu sitemli söz bana ilginç ve yürek burkucu gelmiştir.
''Öğretmenim bize dünyanın döndüğünü öğrettin , ama içinde dönen dolapları öğretmedin..''
Tarih öğretiminde de belli bir ideolojik kaygıyla kafamıza kazınan bilgilerin doğruluğunun kesin olmadığını düşünürüm.
Jose Saramago romanında bu durumdan söz eder.Tarihte Mağribilerin elindeki Lizbon Portekizliler tarafından kuşatımıştır. Haçlılar Portekizlilere yardım eder. Kitabı düzelten düzeltmen, bilinçli olarak '' yardım eder '' sözcüğünü olumsuz yapar..''Yardım etmez'' Bu küçücük değişiklikle Lizbon Kuşatmasının Tarihi yeniden yazılır..
Dinin doğruları değişmez.Bilimin bilginin kesinliğinden söz etmek, onun değişmeyeceğine inanmak bir bakıma bilimi de din gibi görmek değil midir ?
Yoksa Cevat Çapan'ın bir şiirinde sözcük oyunu yaparak ''kuram'' yerine ''oturdular bilimin kuranını yazdılar' '' demesi bunun için mi?