Devrimler
Murat Seven
Devrimler
Lojmanların bahçesindeki kahverengi ahşap garajın aralıklarına gözlerimizi dayayıp karanlığa terk edilmiş krem rengi iki arabaya bakardık. Bazen, pazar günleri, arabaların yapımında büyük emeği geçmiş mühendis Salih Sağın, onları dışarı çıkarır. Elindeki aletlerle söktüğü parçaları silip yağladıktan sonra tekrar yerlerine takardı. O, sabunlu bezle Devrim'leri parlatırken, biz çocuklar bahar güneşi altında ışıldayan otomobilin kaputuna, kapılarına, metal amblemine dokunmaya çalışırdık. Önce gülerdi Salih bey, sonra yalandan kaşlarını çatardı.
-Dokunmak yok. Ama bakabilirsiniz.
Sevgilisini kıskanır gibiydi bunları söylerken. Arabalara bir şey olacak diye ödü kopardı. Haklıydı. Devrim'ler uykusuz gecelerden göz nuru emeklerden, acılardan, umutlardan, herkesi derinden etkilemiş bir dönemin zorluklarından yapılmıştı çünkü.
1960 İhtilal hükümeti, Türk mühendislerinin de yüzde yüz yerli otomobil yapabileceğini tüm dünyaya göstermek, Batı karşısında hep ezik duran millete öz güven kazandırmak için adı Devrim olacak otomobilin yapımına karar vermişti. Görev Eskişehir Devlet Demir Yolları Fabrikasınındı… İşte devrim orada kolektif bir çalışmayla doğmuştu. Amerikan arabalarının ortasında emekleyen yerli bir çocuk gibi.
Neyi başardığını gösterecek iktidar. Hem dünyaya, hem ülkemize. Bir bayram öncesi Devrim arabaları bir yük vagonunda trenle Ankara'ya doğru yola çıktı. Birinin şoförü Fethi usta. Saçları hep briyantinli. Bıyıkları incecik... Clark Gable bıyığı. Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel bayram alanına Türk mühendislerinin yaptığı Devrim'le gidecek. Bayram sabahı bir basın ordusunun eşliğinde arabaya binmiş.
Fethi usta anlatıyor…
-Araba bir yüz metre gitti gitmedi stop etti. Marşa bir daha bastım. Yok. O an dünya başıma yıkıldı sandım. Aynadan Cemal Aga'nın yüzüne baktım. Pek kızmış gibi gelmedi bana. Sonra göstergeye göz atınca benzinin olmadığını fark ettim. Ürkekçe fısıldadım.
-Efendim, arabada benzin bitmiş. Değilse başka bir şey yok.
Yine aynadan baktım. Gülümsüyordu. Dışarıdaki korumalarına işaret etti. Kapıyı açtılar, indi. Flaşlar patlıyordu. Kendisine uzatılmış mikrofonlara şöyle diyordu:
-İşte Türk mühendisi. Bir araba yapacak kadar akıllı, çalışkan. Ama arabaya benzin koymayı unutacak kadar dalgın, ihmalkar…
Yılar sonra Eskişehir'e yolum düştü. Şimdi adı değişen fabrikada sergilenen çocukluğumun büyülü otomobili Devrim'i görmeye gittim. Yine pırıl pırıldı. Üzerinde tek bir çizik yoktu. Bir döneme tanık sadece o kalmıştı ama dilsizdi… Suskun motoruyla durduğu yerde unutulmuş bir kıpırtısızlıktı...
Fabrika'dan çıkıp çocukluğumda bisiklete bindiğimiz, parke taşlarını söküp dominik oyununa malzeme yaptığımız, iki yanına akasya ağaçları dizili yolda yürürken kendi kendime…
--Bütün ''devrimler''gün gelir, unutulur demek ki dedim.
MAVİ 4.SAYI NİSAN 2018