“DÜZCE’DEN GEÇİLMEZ YÂRDAN GEÇİLİR”
Mehmet ŞimşekGeçen yıl bu zamanlarda bir dost grubuyla İstanbul'dan Düzce'ye geldiğimizde bir parça soluklanıp, yorgunluk gidermek için Mekân Kafe'ye uğramıştık. Mekân’daki dostlarla sohbette son zamanlarda Rıfat Ilgaz okuduğumu söyleyince bu röportajın temelleri atılmış oldu.Mekân Kafe'nin emek kahramanlarından Ruhsar Uysal , "Rıfat Ilgaz'ın kızı Defne Hanım Düzce'de yaşıyor" deyince kısa bir şaşkınlığın ardından kendisiyle görüşüp, söyleşmeyi arzu ettim. Defne Ilgaz talebime olumlu yanıt verdi. Tarih belirlendi ve nihayet geçtiğimiz Nisan ayında buluşmamız gerçekleşti.
Söylemek bile fazla, yine aynı Mekân'da...
Sanatçı Fatma Defne Ilgaz 5 yıldan beri Düzce’de yaşıyor. Bu kent onun hayatında çok önemli bir yer tutuyor. Ama Düzce’den önce Anadolu’da bir pratiği var. Gelin şimdi hikâyeyi baştan alalım ve Defne Ilgaz’ı dinleyelim:
“Düzce benim hayallerimdeki şehir. ‘Gezsem Anadolu’yu’ diye bir türkü vardır bilirsiniz, ‘dertlerden kurtulursun’ diye devam eder. Geçmişte çok trajik şeyler yaşadığımızı söyleyebilirim. Başta eşim olmak üzere çok sevdiğim anneannemi kaybettim. Peş peşe kayıplarım oldu. Babamdan sonra da bana baba gibi olan insanları kaybettim. İki çocuğumla kaldım. Ben ailemin tek çocuğuyum. Kendimi Anadolu’ya attım dersem abartmış olmam. Önce Elazığ’a gittim. Fırat Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde hocalık yaptım. Aynı zamanda Harput Koleji’nde gitar öğretmenliği yaptım. Daha doğrusu müzik öğretmeniydim. Orada Elazığlı çocuklara gitar öğrettim. Bir sürü sıkıntımı orada unuttum. Boğazımda bir nodül vardı, doktor ‘ameliyat şart’ demişti. İnanır mısınız Elazığ’da o nodül kendiliğinden kayboldu. Elazığ’da birçok derdimi unuttum. Daha sonra bir görevle İstanbul’a çağrıldım, Marmara Üniversitesi’ne geçtim. Çok uzun kalamadım. Bu kez de çocuklarımı alarak Saraybosna’ya gittim ve 4 yıl yaşadım. Oğlum hâlâ Saraybosna’da ve orada bir Boşnak kızla evli. Hayatına Saraybosna’da devam ediyor. Diğer çocuğum Esma Macaristan’a geçti, şu anda tıp öğrenimi görüyor. Biraz dağılmış görünüyor olabiliriz. Sanırım bu hâl bize atalarımızdan tevarüs. Doğu’ya da Batı’ya da gittim. Nereye gidersem gideyim Doğu beni ‘hoş geldin Fatma’, Batı ise ‘Hoş geldin Defne, Dafni’ diye karşıladı…”
Defne Ilgaz’ın Düzce hikâyesi Elazığ’dan sonra başlar. Şair Yahya Kemal’in doğduğu memleketi Üsküb’ü İstanbul’daki Kocamustafapaşa sokaklarında hissetmesi gibi, Ilgaz da benzer paralelliği Saraybosna ile Düzce arasında şöyle kuruyor:
“DÜZCE’Yİ ÇOK SEVİYORUM, BİR TÜRLÜ KOPAMIYORUM”
“Saraybosna ile Düzce’nin fiziki, coğrafi yapısı, yaşantısı, sesi, ışığı, yolları, dereleri, dağları, ağaçları o kadar birbirine benziyor ki. Benim Boşnak gelinim Düzce’ye geldi ve oğlumla burada evlendi. Gelinim de aynı şeyi söylüyor, ‘Düzce bizim oralara çok benziyor’ diyor. Ben dağ, pınar, oksijeni bulduğum yerde çok mutlu oluyorum. Elazığ’da da bunu bulmuştum, orası da Düzce gibi düzlüktü. Şimdiye kadar en uzun kaldığım yer Düzce… Rekora gidiyorum, beşinci senemi tamamladım. Şimdiye kadar hiçbir yerde bu kadar uzun süre kalmamıştım. Düzce’den kopamıyorum, çok seviyorum. Sabahları çok mutlu uyanıyorum. Burada kalıcı konutlarda oturuyorum. Kuş sesleriyle uyanıyorum. Her sabah penceremi açarak uyanıyor, akşam güneşin batışını seyrederek günü tamamlıyorum. Bu durum beni çok mutlu ediyor. Penceremden gördüğüm günbatımına ilk günkü hayranlıkla her akşam fotoğrafını çekiyorum. Aklımda çok fazla yer değiştirmek yok. Denize düşkünlüğüm vardır. Akçakoca ve Ereğli’de yüzebiliyorum. Karadeniz beni biraz şaşırtmadı değil. Babam beni çok ikaz etmişti. Cide’de yüzmeme izin vermemişti. Babamın ne demek istediğini anladım. Karadeniz’in değişik bir huyu var. Yaz boyunca dalga gördüm buralarda. Eylül’de bir nebze düzeldi. Ancak Karadeniz’i ayrıca seviyorum”.
“EĞER BİR ŞEHİR SİPARİŞ EDEBİLSEYDİM BU DÜZCE OLURDU”
Ilgaz’ın Düzce’yle Saraybosna arasında kurduğu ilişkiyi daha da global bir perspektifle genişletiyor ve deyim yerindeyse doğu-batı sentezinin ortasına bu kenti oturtuyor:
“Bir çok alternatiflerim olmasına rağmen Düzce’de yaşamak benim kendi seçimim. Saraybosna’nın ortasından dere geçiyor, çanak gibi. Hatta Saraybosna kuşatması o yüzden oldu. Dağlarla kuşatılmış, düz bir şehir. Civar köyleri, ağaçlar arasında çok güzel yaşantılar görürsünüz keşfe çıkarsanız. Aynı Düzce’deki gibi ağaç evler, sivri çatılı evler boldur. Gerçekten sipariş versem bu kadar olur, Düzce de böyle bir şehir. Tam istediğim gibi bir yer. Farkında mısınız bilmiyorum ama öncelikle çok Avrupai bir şehir. Kuzey ülkelerine benziyor, İsviçre gibi. Burası Alpleri hatırlatıyor bana, o coğrafyayı görüyorum. Heidi’nin memleketi gibi. Milka çikolatasının üstündeki kızın dünyası gibi. Bu şehirde Avrupa kokusu var. Bu bir marifet değil biliyorum. Aynı zamanda Düzce bir Anadolu şehri. Bir diğer açıdan Batı Karadeniz”.
Düzce’yi böylesine bir merkeze oturtan Defne Ilgaz’ın bu şehirle ilk temasının nasıl olduğunu merak edip soruyorum. Aldığım yanıt oldukça çok kuşatıcı:
“BURADA İLAÇ KULLANMADAN NEFES ALABİLDİĞİMİ HİSSETTİM”
İTÜ’de hocaydım. 2014 senesi, dönemi bitirmek üzereyiz. Bayram tatili var. Burada kızım gibi sevdiğim Esra Oğuz var. Aynı zamanda gitar öğrencimdi. Düzceli kendisi. Kurduğum SİTEM derneğinde asistanım. Düzce Üniversitesi’nde görevlendirdi. Dernekteki faaliyetleri vesilesiyle Polonya’da okudu ardından devlet bursuyla Hollanda’da yüksek lisans yaptı. Türkiye’ye dönünce devlet onu Düzce Üniversitesi’ne gönderdi. Ben de o günlerde bayram tatiline oğlumu yanıma alıp Düzce’ye Esra’nın yanına geldim. Esra’nın kalıcı konutlardaki evine misafir olduk. Boğaziçi Üniversitesi mezunu. Batı eğitiminden geçtiği için Düzce’de görevini bitirip İstanbul’a dönmek için gün sayıyordu. Düzce Üniversitesi’nden birisiyle hayatını birleştirdi. Hala Düzce’de yaşıyor ve burayı çok seviyor. Oğlum Sina Düzce’yi gördüğünde ‘Anne burası adeta Saraybosna’ dedi. Saraybosna’yı çok özlüyorduk. Oğlum Düzce’de olmaktan çok mutlu oldu. Yine çalkantılı bir dönemdi. Annem ağır hastaydı ve son günlerini yaşıyordu. Bunun üzerine tatsız bir miras kavgasının içinde bulduk kendimizi. İstanbul’dan uzaklaşmak istedik. Böylesi çalkantılı bir dönemde oğlumla soluğu Düzce’de aldık. Geldik Düzce’ye. Birkaç gün içinde benim astım hastalığım geçti. İlaç kullanmadan nefes alabildiğimi fark ettim burada. Çok ağır bir astımım vardı. O günlerde aşırı nüksetmişti. Ve ben Düzce’de hiç ilaç kullanmaya ihtiyaç duymadım. Geceleri çok rahat uyudum. Oğlum da aynı şekilde huzura kavuştu. Dediğim gibi oğlum burayı çok sevdi ve ‘Düzce’ye yerleşsek mi?’ dedi. Sonra tekrar İstanbul’a döndük ama aklımız hep Düzce’de. Bir müddet sonra okullar kapanınca kısa bir tatil için yine Düzce’ye geldim. Yaz okulum başlayacaktı. O kısa tatilde, sessizlikte, İstanbul’dan uzakta çok radikal kararlar aldım. İTÜ’den istifa ettim. O yaz mevsimini hiçbir yere gitmeden Düzce’de geçirdim. İşte şimdiki evi Esra’dan devraldım. Hala o evin içindeyim. Bana çok başka evler de gösterdiler. Ama evin direk ormana bakıyor oluşu, gün batışını en yüksek bir yerden seyrediyor oluşum beni bu mekâna bağlı kılıyor”.
Peki Defne Hanım’ın Düzce’de bir günü nasıl geçiyor, neler yapıyor?
Anlattıkları bir güne sığacak cinsten değil:
“BİRKAÇ KEZ EŞYALARIMI TOPLADIM AMA GİDEMEDİM”
“Özellikle İlyas Temel Şafak Hoca’yla başlayan sosyal etkinliklerim, dernek çalışmaları, Düzce Üniversitesi’nde konuşmalarım, civar üniversitede söyleşilerim tam gaz gidiyor. Klibimizi burada çektik. Bütün çalışmalarımızda üs olarak Düzce’yi kullanıyorum. Kaldığım ev bir home ofice oldu artık. Sürekli orada bir faaliyet var. Kitap, arşiv, babamla ilgili kültür merkezi çalışması yapılıyor. Çok da verimli oluyor. Daha ziyade belli amaçlarla, organizasyonlar vesilesiyle buluşuyoruz Düzce halkıyla. Çok fazla gezdiğim için, her tarafta kahvaltı etmeyi, kahve çay, içmeyi çok sevdiğim için bütün müesseseleri gezdim. Düzce’de çok güzel ve kaliteli bir sosyal çevre edindiğimi söyleyebilirim. Düzce’den kopamadığımı söyleyebilirim. Birkaç kez taşınmaya karar verip evimin eşyalarını dağıttığımı söyleyebilirim. Kopmayı denedim ama kopamadım.”
“İKİNCİ EVLİLİĞİN EŞİĞİNDEN BU ŞEHİR YÜZÜNDEN DÖNDÜM”
Sanatçıya ‘Düzce Türküsü’ adlı çalışmasını hatırlatarak orada “Yârdan geçilir Düzce’den geçilmez” sözlerinin taşıdığı özel bir anlamı olup, olmadığını sorduğumda aldığım cevap gerçekten çok ilginç:
“O sırada bir evlilik ihtimali vardı. Çok uzun yıllardan sonra ikinci kez evlilik durumu vardı. Oğlumla birlikte Düzce’ye yerleşince bu kişi beni Düzce’de duramaz, yapamaz İstanbul’a gelir diye bekledi. Biz O’nu Düzce’ye davet ettik, burada devam edelim dedik. O beni İstanbul’a davet etti. Bu olmadı. Ne O geldi buraya ne de biz oraya gittik. Evliliğin eşiğinden döndüm. Düzce’de kurduğum yaşantı nedeniyle, hayatımın burada yoluna girdiği, İstanbul’da yapamayacağımı söyledim. Oğlum da Düzce’den yana duygularını kullandığı için ben inat ettim. Oğlum ‘hadi İstanbul’a dönüyoruz’ diye tavır gösterseydi, gidebilirdim belki de. Oğlum ‘Düzce çok güzel buradan kıpırdama anne’ dedi. Uzun bir süre Düzce’de kaldı. Karısıyla burada evlendi, sonra Saraybosna’ya gittiler.
“GELECEKLE İLGİLİ KARARLARIMDA DÜZCE DE VAR”
Şarkıdan konuşmaya devam ediyoruz Defne Hanım’la. Düzce’ye ilişkin olarak çalışmalarının şarkıyla sınırlı kalmayacağına dair tahminimde yanılmadığımı anlıyorum:
“O kadar çok projem var ki. Büyük bir film çekmek. Sinema mezunuyum. Bu işin hocasıyım. Alanım da avangard, deneysel diyebileceğimiz bir alan. Çok büyük kitlelere hitap eden bir sinema yapmıyorum. Bir sanat filmi belki. Düzce’nin dekor olduğu bir şey yapmayı kesinlikle çok istiyorum. Birçok şarkımın dekoru oldu Düzce. Son şarkılarım burada çıktı. Gerçekten yeniden doğuş yaşıyorum Düzce’de. Bir gün hayatım incelenirse ‘Düzce’den önce-Düzce’den sonra’ diye incelenecektir. Buna çok eminim. Sanat çizgim, tarzım, şarkı söyleyiş biçimim, yazı stilim değişti. Hayatımla ilgili o kadar çok şekillendi ki Düzce’de. Gelecekle ilgili çok önemli kararlarım var. Şimdilik açıklayamam ama. O kararların bir kenarında Düzce var. Dediğim gibi gönlümde Düzce’nin dekor olarak kullanılabileceği bir sinema filmi var.”
“BURASI HAYATIMI DÜZELTTİĞİM, DÜZENLEDİĞİM YER”
Defne Hanım’a hazırladığım soruların yarısını bile soramadım vaktimiz doluyor. Son olarak yaşamayı tercih ettiği bu şehrin kendisinde nasıl bir imge oluşturduğunu soruyorum. Verdiği cevap paragrafın sonuna üç nokta atmayı hak ediyor:
“Düzce’nin insanı düze çıkarttığıyla ilgili benim kafamda bir metafor var. Yani hayatımın düze çıktığı, hayatımı düzenlediğim, düzelttiğim Düzce kelimesinin etimolojisiyle çok ilintili metaforlar var kafamda. Hayatımın rayına oturması, her şeyin yerli yerinde olması. Biliyorsunuz burada Kafkas kökenli insanlar var. Kafkas insanlarının evleri, barkları, bahçeleri çok düzgündür. Kendileri de çok düzgün ve tertipli insanlardır. Kendileri gibi hayatlarında da çok ciddi disiplin vardır. Rahat ve özgüvenli duruşlarının yanı sıra, derli toplular. Bir asker gibi belli kurallara sıkı sıkıya bağlı oldukları hayatları var. Bu düzeni, bu düzgünlüğü o kadar hissediyorum ki, dolaşırken. Yollar, bahçeler, evler herşey bana asayiş etkisi veriyor. Özetle asayiş berkemal durumu. Böyle insanlar istedikleri kadar kendi içlerinde deli dolu duygular yaşasınlar ama Düzce’de hep bir sakinlik, asalet, bir kontrol, bir dikkatli olma hali var. İnsan burada kendini güvende hissediyor...”
DEFNE ILGAZ KİMDİR?
1971 İstanbul Bakırköy doğumlu Defne Ilgaz, 1987’de Bakırköy Lisesini bitirdikten sonra, 1991 yılında Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema-TV Bölümü’nden mezun oldu. 1987'den 1999 yılına kadar aralıklarla TRT'de; dramalarda, müzik-magazin yapımlarında; yönetmen yardımcısı, yönetmen ve muhabir olarak çalıştı. 2012 yılında Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü Sinema ve Televizyon Bölümü’nde yüksek lisansını tamamladı. Tezinde deneysel sinema üzerine yoğunlaştı ve “Valiz” isimli bir de film hazırladı. Yüksek Lisans programını özel bir statüde genişleterek İstanbul Üniversitesi Konservatuarı Kompozisyon Bölümü’nden de dersler aldı. Bu program çerçevesinde Mete Sakpınar ve Prof. Lale Feridunoğlu’yla Film Müziği çalıştı. İlkokul çağında İstanbul Belediyesi Konservatuarında yarı zamanlı olarak aldığı bale eğitiminden edindiği solfej bilgisini klasik gitar eğitimi ile devam ettirdi. 1985’te Timur Selçuk’a ait Çağdaş Müzik Merkezi’nde başlayan müzik ve gitar eğitimine Gökçen Taşkıran’la 2001 yılına kadar devam etti. Kendisine ait besteleri var. Kendi bestelerinden oluşan ilk resitalini 16 yaşında BİLSAK’ta verdi. Grup olarak ve kişisel, birçok konser verdi. 1989 Gülhane Altın Çınar Müzik Yarışması'nda En İyi Genç Yetenek Ödülü’nü aldı. O süreçte birçok kez TRT’nin canlı yayınlarına çıktı. Çocukluğunda çocuk oyuncu olarak yapımlarında yer aldığı TRT’de, üniversitedeki sinema eğitiminin başlaması ile birlikte yeniden kamera önü ve arkasında çeşitli görevler almaya başladı. TRT’de oynayan, "Toprak İnsanları" adlı dizinin jenerik müziğini yaptı. 1993’te TGRT’de “Hanımeli” programının ilk yönetmenliği ve yapımcılığını, bunun yanında röportajcılığını da yaptı. 1999 yılında İngiltere’den EF International School of English Cambridge’den Certificate of English aldı. 2000 yılında “Sularda Güneş Olmak” adlı, kendi söz ve müziklerinin ağırlıklı olduğu bir kaset yaptı. Sinema, müzik, yüzme konusundaki eğitimciliği nedeniyle kolejlerde sosyal aktivite danışmanlığı yaptı. Çeşitli single’lar ve reklam müzikleri yaptı, yanı sıra 2000 yılında TÜRVAK’ta Reklam Müziği dersleri verdi. Haseki Hanımlar İlim ve Kültür Vakfı'nda 7 sene süren, gitar derslerinden yola çıkarak oluşturduğu grubuyla konser, festival nevi organizasyonlar gerçekleştirdi. 2002-2007 arasında İSMEK’te Sinema-TV Atölyesinin tek hocası olarak çalıştı. Senaryodan sinema tarihine, teorik ve uygulamalı dersler verdiği bu sinema atölyelerinden sayısız öğrenci filminin ortaya çıkmasını sağladı. 3 ders yılı boyunca İhlas Özel Anadolu Meslek Lisesi Radyo-TV Bölümünün son sınıflarının uygulama derslerini üstlendi. Bu dersleri TGRT'nin Kolej ve Holding stüdyolarında gerçekleştirdi. 2005 yılında kurulan Sinema ve Televizyon Mezunları Derneği (SİTEM)'in Kurucu Başkanı’dır.