Mavi » Yazarlar » Mehmet Şimşek »  Güngör Uras

Güngör Uras

Güngör Uras

“Ben Düzce'de doğdum. Büyükbabamdan, annemden, babamdan, 
dayılarımdan Düzce ile ilgili hikâyeleri dinleyerek büyüdüm…"


                Prof.Dr. Güngör Uras


“Saf ve bakir Anadolu çocuğu”nun ardından…

1980 öncesinin sağ-sol çatışmalarının yaşandığı o yakıcıyıllardadoğup büyüdüğüm İstanbul’da ortaokul öğrencisiydim. O dönem ülke üzerine esen kasırga fırtınası beni “ana kucağı” olarak gördüğüm “anne memleketim” Düzce’ye savurdu.
İyi ki de öyle oldu…
1981 yılında Düzce Ticaret Lisesi’nde 1. sınıfı okudum.  Ardından İstanbul’a yeniden ailemin yanına dönerek lise öğrenimini Anadoluhisarı Ticaret Lisesi’nde tamamladım. Üniversite lisans öğrenimi yine aynı uzantıda olan “iktisat” üzerine okudum.
Üniversite tahsilimi ite-kaka, (bir parça da askerliğimi uzun dönem yapmama kaygısıyla) 7 senede tamamlayabildim. Hâl böyle olunca da gerek ‘ticaret’e gerekse ‘iktisat’a karşı ne ilgim ne de bilgim oldu.
Velhasıl bu konulara bir türlü içim ısın(a)mamıştı…

GÜNGÖR HOCA SAYESİNDE DURUMU KURTARMIŞTIM

MAVİ okurlarının sabrını zorlayacak bu “kişisel girizgâh”tan sonra asıl konumuza dönmenin zamanı…
Gazetecilik mesleğim gereği az da olsa ekonomik konulardan bir parça fikir sahibi olmam gerekiyordu.  İşte bu noktada imdadıma Prof. Dr. Güngör Uras’ın yetiştiğini itiraf etmeliyim…
Güngör Hoca, gazetedeki köşesinde en karmaşık ekonomik konuları sokaktaki insanın kavrayacağı bir dil ve üslupla yazıyordu.
Laf aramızda; ben de Uras’ın Ayşe Teyze, Ali Rıza Amca örnekleri üzerinden anlattığı konulardan kopya çekip, eskilerin deyişiyle zevahiri kurtarıyordum.
Söylemek bile fazla; kendisine çok şey borçluyum…
Ama asıl diyeceğim başka…
Kendisiyle hiç tanışmamıza rağmen bana “hocalık yapan” Prof. Uras’a olan mevcut ilgim kendisinin Düzce doğumlu olduğunu öğrenmenim ardından daha da katlandı. Hele hele Düzce hakkında kaleme aldığı övgü dolu yazılar o’na karşı sevgimi, saygımı ve sempatimi fazlasıyla arttırdı.

VE MAALESEF HAYAT ERTELEMEYE GELMİYOR İŞTE!

MAVİ dergimiz için röportaj yapmayı düşündüğüm isim listesinin başında zengin kütüphanesini Düzce Üniversitesi’ne bağışlamış olan Güngör Hoca vardı.  Müsait bir zamanda sevgili Atilla Gösterişli ile istişare yapıp, kendisinin onayını aldıktan sonra hocanın karşısına çıkmaya hazırlanıyordum.
Hayat ertelenmeye gelmiyor işte…
Kurban Bayramı öncesinde cep telefonuma düşen bir son dakika haberi içimi ‘cızz’ ettirmeye yetti: Milliyet Gazetesi ekonomi yazarı Güngör Uras hayatını kaybetmişti.  Şişli'de tedavi gördüğü özel bir hastanede vefat eden “ekonominin zarif kalemi” 85 yaşındaydı…
O gece apar topar Facebook’taki ESKİ DÜZCE sayfasında yeni kuşakların bilgilenmesi açısından Güngör Uras’la ilgili olarak çalakalem bir şeyler karaladım. Ertesi gün ise Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’nın Beşiktaş’taki standına koşturup, gazeteci Haşim Akman’ın Prof. Güngör Uras’la yaptığı nehir söyleşiden oluşan “Saf ve bakir Anadolu çocuğu” (*) kitabını satın aldım…
Ve bayramdaki rutin ziyaretlerimi tamamlamamanın ardından eve kapanıp, 675 sayfalık bu hacimli kitabı çize çize okumaya koyuldum…

KAPİTALİSTLİK İLE SOLCULUK ARASINDA BİR YERLERDE

Kitabı bitirdiğimde Osmanlı’dan Cumhuriyet’e, Düzce yıllarından Bartın’a, Mülkiye döneminin Ankara’sından Edirne ötesine, askerlikten bankacılık dönemine, Devlet Planlama Teşkilatı’ndan Ecevitli yıllara, Özallı günlerden TÜSİAD dönemine, geçmişten günümüze ekonomi basınından Sabancı ile mesaiye, Türkiye’de sermayenin gelişiminden özelleştirme tartışmalarına ve nihayet yabancı sermayeden aile hayatına değin çok şey öğrenerek masamdan kalktım…
Türkiye’deki sermaye çevrelerinde ve ekonomi gazeteciliğinde damgasını vurmuş olan Güngör Hoca’nın siyasal pozisyonu için tanım yapmak oldukça güç… Uras, ‘sol’ çevrelerden kimilerine göre ‘kapitalist’; ‘sağ’ kesime göre de ‘solcu’ bir kimliğe sahipti… Öyle ki, dönemin DPT Müsteşarı Turgut Özal, onunla çalışmayı çok sevmesine rağmen, ‘solcu’ olarak kodlanan Güngör Hoca’yı kendi takımından saymamıştı…
Güngör Hoca’nın sol zaviyeden görüntüsü ise az önce çizdiğim tabloyla taban tabana zıttı… Nitekim sol entelektüel kesimden Ümit Kıvanç, Uras’ın vefatı münasebetiyle attığı bir tweet yukarıdaki tespiti güçlendirecek cinsten: Güngör Uras için, görüşlerini paylaşmayan pek çok kişiden övgü sözleri okuyacaksınız. Tesadüf değildir. Hepimizin bilgisine, ufkuna, gazeteciliğe kattığı şeyler oldu. Huzur içinde uyusun…
Özellikle Türkiye siyasi pratiğinde bir klişeye hapsolmamış olması Güngör Hoca’nın değerini ve kıymetini daha da arttırmıyor muydu?
Peki, Güngör Uras pozisyonunu nerede konumlandırıyordu?
O tüm stereotiplerin ötesinde kendisini“Saf ve bakir Anadolu çocuğu” olarak tanımlıyordu…

MİRALAY ALİ RIZA BEY DEDE DÜZCE’YE DEMİR ATINCA…

Güngör Uras’ın MAVİ okurlarının kapsama alanına gireceği kuşkusuz olan ‘Düzce aşkı’ndan bir parça bahsetmezsek bu yazının eksik kalacağı inancındayım.
Uras’ın hayatında Düzce’nin özgül ağırlığı çok büyük. Öncelikle annesi Zehra Hanım ile ve babası Halid Bey’in kaderi Düzce’de kesişiyor; dolayısıyla Uras Ailesi’nin tek çocuğu olan küçük Güngör’ün de…
Uras’ın babası Halid Uras, 1930 yılında Ticaret Bankası’nın Düzce şubesine müdür olarak atanmış.  Düzce’de tanıdığı Zehra Hanım’la hayatını birleştiriyor ve Güngör Uras Düzce’de doğuyor.
Uras o yıllara dair şunları söylüyor:
“Annemin ailesi o yıllar Düzce’de yaşarmış. Annemin babası Miralay Ali Rıza Bey, Osmanlı döneminde Üsküdar “Kanun Zabiti” imiş. Merkez Kumandanlığı’na bağlı asayişten sorumlu subaylara (inzibat kumandanı benzeri sorumluluğu olanlara) kanun zabiti denirmiş. İstanbul’dan, önce Kafkas Harbi’nde savaşmak için ayrılmış. Daha sonra da Milli Mücadele başlayınca Anadolu’ya geçenler arasında yer almış. Düzce İsyanları’nı bastırmak için Düzce’ye tayin olmuş”
Ali Rıza Bey o günden sonra deyim yerindeyse Düzce’ye demir atıyor.
Miralay Ali Rıza bakın nasıl “Debboycu Ali Rıza Efendi” olmuş:
“Düzce İsyanları’nı bastırmak için görevlendirilen milli kuvvetler kadrosunda. İsyanlar bastırıldıktan sonra Askerlik Şubesi Kumandanlığı’na getirilmiş. Milli Mücadele’de milli kuvvetlere katılanlara askerlik şubelerinin depolarından silah ve cephane verilirmiş. Bu silah depolarına da “debboy” denilirmiş. Milli Mücadele’den sonra askerlikten ayrılmış, Düzce’ye yerleşmiş. Düzce’de “Debboycu Ali Rıza Efendi” adıyla anılmaya başlamış.”

DÜZCE PANAYIRI DEĞİL DE BİNBİR GECE MASALLARI SANKİ…

Güngör Uras 1940’lı yıllarda çocukluğunun Düzcesini ise şöyle tasvir ediyor:
“Ben 6 yaşındaydım. Düzce’nin 1940’lı yıllarını hatırlarım. Büyükbabamın çarşı içindeki manifatura dükkânı o yıllar henüz kapanmamıştı. Dükkân büyükbabamındı ama kendisinin dükkânla ve kumaş işiyle hiçbir ilgisi yoktu. Dükkânı uzak bir akrabasının oğlu idare ediyordu. Büyükbabam daha çok emekli maaşıyla geçiniyordu. İnönü Caddesi’nde, bahçe içinde bir evi vardı. Bahçedeki fıskiyeli havuzun başında davetler verirdi. Ben manifatura dükkânına gidip gelmekten pek hoşlanırdım. O yıllar karayolu açılmadığı için Düzce, çevre ilçelerin ve özellikle Hendek ve Bolu’nun çarşısı-pazarıydı”
Uras’ın o yıllara dair unutamadığı hatıralar arasında başta Düzce panayırları olmak üzere Gümüşova ve Kaynaşlı pazarları önemli yer tutuyor. Her eylülün ilk haftasında kurulan panayır çayırının çevresinde küçük çadırlardan hazırlanan dükkânları anlatan Uras, çayırın ortasını adeta “binbir gece masalları”nı çağrıştıran bir üslupla şöyle resmediyor: “Çayırın ortası ise eğlence yerlerine ayrılırdı. Çadır tiyatroları, cambazlar, hokkabazlar, basit dönme dolaplarla büyük bir şenlik ortaya çıkardı. Çadır tiyatroları önünde bir trampet ve bir davulla gün boyu gel-gel yapılır, içeride yılan oynatılır, kadınlar dans eder, meddah gösterileri olurdu. Dükkân sahipleri panayır boyu geceleri o çadır dükkânlarda uyurdu. Ben o kadar ısrar ettim ki, bir panayırda büyükbabamın dükkânını işletenler tarafından kurulan çadırda bir gece uyumama izin verdiler.”

BİLYE KAPAKLI CAM ŞİŞELERDEKİ “HAYSİYETLİ” GAZOZLAR

Uras, yaygın kanaatlerin aksine İkinci Dünya Savaşı’nın başladığı yılların Düzce’nin en varlıklı zamanı olduğunu anlatıyor. Şehrin merkezinde bulunan evlerin çoğunda Osmanlı döneminden kalma yaldızlı eşyalar, porselen tabaklar, saatler, kadife perdeler ve değerli halıların bulunduğunu söyleyen Güngör Hoca, Düzce Parkı’nın toplumsal hayatta çok önemli bir rol oynadığına işaret ediyor:  “Düzce Parkı erkeklerin ve kadınların iyi havalarda gitmekten hoşlandıkları bir yerdi. Kadın erkek gruplar da olurdu. Kadın kadına gruplar da. Bilye kapaklı cam şişelerdeki “haysiyetli” gazozlar içilirdi. Ben bilyesini çıkarmak için şişeleri kırar, topladığım bilyelerle oynamayı severdim. İki gün gecikmeyle gelen gazeteler grup halinde okunur, okunan haberlerin yorumu yapılırdı. Ahmet Emin Yalman’ın makaleleri en beğenilen yazılardı.”

İSTANBULLU ANTİKACILAR DÜZCE’DE ÇİVİ BIRAKMAMIŞ

Yazımı 2014 yılında Düzce Belediyesi Kültür Yayınları arasından çıkan “Düzce Araştırmaları 1” adlı hacimli çalışmada Güngör Uras’ın kaleme aldığı “1940’ların Düzce’si” başlıklı makalesinden bir alıntıyla noktalamak istiyorum.
"Eski Düzce evlerinin karakteri vardı. Büyük olasılıkla Ermeni ve Rum ustaların çizgilerini taşıyan, "Bağdadi" diye adlandırılan, ahşap dikmeler arasının tuğla ile doldurulması ile yapılan iki katlı evler, bembeyaz boyaları, muntazam pencereleri ile pek güzeldi. 
1950'lerde karayolu açılınca Düzce ekonomik olarak cazibe merkezi olmaktan çıktı. Hızla fakirleşti.
Evlerdeki o değerli eşyaların hemen tamamını İstanbul'dan gelen antikacılar satın aldılar"

Prof. Güngör Uras hocayı rahmet ve minnetle anıyorum…

______________________________________________________________
(*) “Güngör Uras Kitabı” Safa ve Bakir Anadolu Çocuğu, Söyleşi: Haşim Akman, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2012
 

NEDEN SAF VE BAKİR ANADOLU ÇOCUĞU?

Prof. Güngör Uras, söz konusu kitabın 343. sayfasında Haşim Akman’ın “Bir de “Saf ve Bakir Anadolu Çocuğu” var” şeklindeki hatırlatmasına şu yanıtı veriyor:  “O benim işte!.. Besim Hocam, Prof. Dr. Besim Üstünel takılır. “Kazık yiye yiye, senin saflığın falan kalmadı” der ama ben kendimi her zaman kazık yemeye hazır “Saf ve bakir Anadolu çocuğu” olarak görürüm. Anadolu kültürüyle yetişenler, ne kadar kazık yeseler de saflıktan kurtulamıyor. Saf ve bakir Anadolu çocuklarının bir de kendi kendilerini avutmak için sık sık sarıldıkları özürleri vardır: “Burası Türkiye abicim” derler, sonra da eklerler: “Burada, olmaz olmaz.” Her şeye hazır olacaksın. Sonra da tevekküle. “Her ne ki olmuştur, vardır onda bir hayır… Her ne ki olmamıştır, vardır onda bir hayır” diyerek kaderlerine razı olurlar. Büyük Türk Büyükleri’ne hürmetleri bâkidir…”

Yazar Hakkında

Mehmet Şimşek

Mehmet Şimşek