Naşide Gökbudak
Mehmet Şimşek65 yaşından sonra roman yazıp‘çok satan yazarlar’ listesine girerek bir rekora imza atan Naşide Gökbudak en sevilen eserlerinden ikisinin şifrelerini Mavi Dergisi’ne anlattı:
“Düzce ve şelâleleri beni çok etkiledi ve
o hikâye burada yaşanmış olmalı dedim”
Dile kolay! 65 yaşından sonra kaleme aldığı 20’ye yakın romanla edebiyat dünyasına damga vurmak ve adından bahsettirmek… Naşide Gökbudak şimdiye kadar Mihrimah-Aşk-ı Şahane, Asıl Adı Atiye, Sıdıka Hanım, Miralayın Kızı Süreya, Perina, Feraye, Hümeyra, Rahmi Bey, Kaç Yıl Geçti Aradan, Rahmi Bey gibi birbirinden ilginç romana imza atmış bir edebiyatçı. Ancak onun eserlerinden iki tanesi var ki, Mavi Dergisi ve okuyucularının yakın kapsama alanına giriyor: Şelâle’nin Bez Bebeği ve Neredesin Şelâle… Bu nehir romanın en önemli mekânlarından biri ise Düzce’deki Güzeldere Şelalesi… Mavi Dergisi adına sorduğumuz soruları yanıtlayan Gökbudak, her iki romanı merkez alarak edebiyat anlayışını ve edebiyata yüklediği anlamı anlattı.
2 ciltlik "Şelale'nin Bez Bebeği" nehir romanınızın girişinde "Ben her insan hayatının, bir roman olduğunu düşünürüm. Bazısı az heyecanlı, bazısı çok, bazısı tatlı, bazısı acıdır" şeklinde çok kuşatıcı bir tespitte bulunuyorsunuz. Bu prensipten kalkışarak dinlediğiniz kısa bir hikâyeden hareketle koskoca iki roman yazdınız... Yaşanmış olduğu iddia edilen olguyu kurgularken nasıl bir yol izlediniz? Bu serüveni anlatır mısınız?
“Şelâle’nin Bez bebeği” zannederim altıncı veya yedinci kitabım. Bugün yayımlanan roman sayım galiba yirmiyi geçti. Bunun dışında üç şiir kitabım, iki biyografim var. Ben hala önsöz de yazdığım o tespitte ısrarcıyım. Çünkü 65 yaşında yazarlığa başladığımda insan yaşamı, karakterleri, hayatı yorumları, etkileri ve tepkileri hakkında büyük birikim edinmiştim. Ve gördüm ki her insanın hayatı gerçek bir roman olabilir. Etkisi de onu yazan kaleme bağlıdır. Biraz daha etkili, heyecanlı veya değil. Ama insan hayatının her biri bir romandır. Beni etkileyen gerçek veya gerçek olması kesinlikle mümkün olan bir hikâye yeterlidir. Bir romanım bittiğinde, zihnimde yeni romanım için bir hikâye zaten hazır olur. Ve hatta gözlerimi kapamaya fırsat bulduğum her anda, “o romanı nasıl yazmalıyım, olayları nasıl geliştirip, nasıl sona bağlamalıyım” gibi düşünceler oluşur. Hayaller kurarım. Ne yazık ki yaptığım planları, kurguları hiçbir zaman uygulayamadım. Çünkü romana başladığımda ben de o romanın içine giriyorum. Romanda yaşanan herhangi bir olayı yazarken bu durumda “ben ne yapardım?” diye düşünüyorum. Hayır, aslında onu da düşünmüyorum. Her sahnede var olan kahraman ben oluyorum ve o anda hissettiklerimi yapıyorum veya yazıyorum. Galiba bundan olacak ki romanım yatağını bulan bir nehir haline geliyor ve akıyor.
Söz konusu romanlarınızın söyleşimiz açısından önem taşıyan bir başka boyutu da olayların bir bölümünün Düzce'deki Güzeldere Şelalesi'nin hemen yanıbaşında geçiyor olması.. Bir anlamıyla romandaki önemli kırılma noktalarından biri de yine bu mekân... Ayrıca roman kahramanınız "Şelale" de ismini yine buradan alıyor. Size anlatılana göre hikâye gerçekten Düzce/Güzeldere'de mi yaşanmıştı; yoksa bu sizin kurgunuz muydu? Eğer öyleyse neden Düzce?
Hikâyenin yaşandığı yer, tam olarak, bir adres netliği ile anlatılamamıştı. Ancak Karadeniz kıyısına ve İstanbul’a yakın şelâleleri ve doğası ile ünlü bir mekân tasvir ediliyordu. Ben bu iki özelliğe sahip olduğundan ve gidip, görüp bazı ipuçları yakalama imkânı bulurum ümidi ile Düzce’ de karar kıldım. Evet Düzce’ye ve şelâlenin olduğu yerlere gittim. Ne yazık ki o devirde olacağını tahayyül ettiğim ipuçları tabii ki yoktu. Herkesin bildiği gibi biz millet ve hükümet politikası olarak uzun yıllar, hatta bugün bile ne eski eserlerin ne de doğanın kıymetini pek bilmedik, bilemiyoruz. Bu da bizim için birçok kayba sebep olmuştur.
Romanın başında Kerim Bey ve ailesinin İstanbul Erenköy'den Düzce'ye gelmesinin ardından şehir merkezinden faytonla Gölyaka'ya oradan da atlara binerek Efteni Gölü ve civar köylerden geçerek Güzeldere'ye ulaştıklarını okuyoruz. Bu rotanın gerçekliği bir yana o çevrenin doğal yapısı, iklimi ve ağaç florasındaki tasvirlerin gerçekle birebir örtüşüyor. Gerçekten Düzce'ye; özellikle de Güzeldere'ye geldiniz mi? Buraları gördüyseniz sizde nasıl bir etki bıraktı?
“ROMANIMIN HİKÂYESİ DÜZCE’DE YAŞANMIŞ OLMALIYDI”
Evet bundan önceki cevapta da belirttiğim gibi romana konu olan yerleri gezdim. Roman için tam hayalimde canlanan mekânları bulamamıştım. Artık oralara insan eli değmiş, doğanın güzelliği bir yere kadar bozulmuştu. Ama yine de hayran olunacak kadar güzeldi. Ben doğa hayranı bir insanımdır. Bir ağacı veya bir kır çiçeğini dakikalarca incelediğim olur. Belki de bu yüzden Düzce ve şelâleler beni çok etkiledi ve bu romanın hikâyesi bu mekânda yaşanmıştır, dedim.
Peki gidemeyip de yazdığınız mekânlar oldu mu?
Şüphesiz romanlarımın yaşandığı mekânların birçoğuna gidemediğim de oluyor. Örneğin “DÜRRÜŞEHVAR” romanımı yazarken, Hindistan’a gitmeyi çok istedim. Bazı şeylerden yaşım icabı imtina etmek zorundayım. Yine deminki cevaplarımı tekrarlamak durumundayım. Yazmaya başladığımda ne yaptığım plana ne yaptığım kurguya fazla sadık kalamıyorum. Romanın içinde oluyorum. O anda nasıl hareket etmek gerekiyorsa, öyle de yazıyorum. Belki de okuyucuyu saran tarafı da bu. Bilemiyorum.
Gerek iki romanınızda gerekse diğer eserlerinizde aşk, dram, tarih içiçe geçiyor. Gerçekten ele aldığınız dönemin ruhunu eksiksiz olarak okura yansıtıyor olmanız hemen göze çarpıyor. Kendi eserlerinizi aşk/dram/tarih bağlamında kategorileştirmeye kalkarsak hangisine yakın duruyorsunuz?
Aslında diğer romanlarımdaki gerçeklik payı çok daha fazladır. İlk romanım SIDIKA HANIM bu sektörde hemen kabul gördü. Anneannemin hayatıydı. Roman içindeki ana olaylar tamamen gerçekti. Çok sevildi ve ne yazık ki o romanımı hala geçemedim. Bununla şunu anlatmaya çalışıyorum. Başarılı bir roman yazmak, onun kahramanlarının yaşadığı devrin tarihini, sosyal durumunu, kültürel yapısını anlamak ve kahramanların da anladığını onlar üzerinde nasıl etki yaptığını anlatmakla mümkündür. İnsan toplumun canlı bir parçasıdır. O yaşadıkları ile maddi manevi varlığını geliştirir veya geliştiremez. Ben sadece bunları en iyi şekilde anlatabilmek için tarihi, sosyal yapıyı, kültürel seviyeyi ve birçok şeyi araştırıyorum. Hiçbirine daha yakın veya daha uzak değilim. Sadece romanımın okuyucular tarafından daha iyi anlaşılmasını, sevilmesini, zevkle okunmasını ve onlara ufak da olsa bazı bilgiler vermesini amaçlıyorum. Çünkü zaman yerine konulamayacak tek servettir. Bunu harcadığınızda dağarcığınıza ufak da olsa müsbet bazı şeyler koymalıdır.
12-90 YAŞ ARASI BİR OKUYUCU YELPAZEM VAR
Üslubunuzda okuru yormayan ve zorlayıcı olmaktan uzak bir yapı var. Bu özelliğinizi göz önünde bulundurduğumda şu klişeyi sormadan edemeyeceğim: Sizden önce veya yaşadığınız dönemde hangi romancılardan etkilendiniz? Favori edebiyatçılarınız kimler oldu?
Bu soruya şu ana kadar verdiğim cevaplara pek uymayan bir yanıt vereceğim. Şöyle ki, yazarken ne planlarıma ne kurgularıma uyamıyorum, demiştim. Uyduğum tek konu, yazmaya başladığımda aldığım bir karardı. Hiçbir okuyucum, “yazar ne demek istedi?” diye bir soru sorup, herhangi bir cümleyi ikinci defa okumak zahmetine girmemeliydi. Buna sadık kaldım ve şüphesiz kolay olmadı. Genelde yüz yıl evveli veya sonrası olayları anlatıyordum. Ve 12 yaş ile 90 yaş arasında bir okuyucu yelpazem vardı. Yüz yıl evvelindeki bir olayı 12 yaşındaki çocuğa nasıl kolayca anlatabilirdim? Bayağı zorlandığım anlar oldu ve başardığıma inanıyorum. Şüphesiz eski ve yeni birçok beğendiğim, hayranlık duyduğum yerli ve yabancı yazarlarımız var. Etkisinde kaldığım yazma tarzımı etkileyen bir isim hatırlamıyorum. Ben benim tarzım, benim doğrularım doğrultusunda bir yazar olmayı istedim. Romanlarında kullandığım şiirlerde ikisi hariç bana aittir. İçlerinde divan edebiyatı kalıplarına uyan şiirler de buna dahildir. Hayranlığımın hala aynı derinlikle devam ettiği tek roman lise birinci sınıfta okuduğum İngiliz klasiklerinden Charlotte Bronte’nin Jane Eyre’i hala en sevdiğim ve unutamadığım romandır. Ve üzerimde etkisi olmuştur.
Yeni çalışmalarınızdan bahseder misiniz? Ekleyecekleriniz var mı?
Şüphesiz yeni projelerim var. Bu sevdiğim işi ne kadar sürdürebilirim? Bilmiyorum. Bildiğim tek şey, yazmanın benim için bir gelir kaynağı olmasından ziyade, bir mutluluk, bir zevk, bir yaşam biçimi, okuyuculara bir şeyler aktarabilmenin verdiği rahatlık hissi olduğudur. İnşallah ölünceye kadar bu işi yapabilirim. Dualarım hep bu yönde.
Size ve sizin nezdinizde tüm okuyanlara teşekkürlerimi ve sevgilerimi sunuyorum…
Mavi Dergisi olarak biz size teşekkür ediyoruz…
KENDİ KALEMİNDEN
NADİŞE GÖKBUDAK KİMDİR?
23 Eylül 1937 de Elâzığ'ın Akçakiraz (eski adıyla Perçenç ) köyünde doğdum. Bir yaşındayken şehir merkezine taşınmışız. İlkokul orta ve liseyi Elâzığ'da okudum. Ankara Hukuk Fakültesi’ne başladım. Aslında Siyasal Bilgileri burslu olarak okumak istiyordum. Ne yazık ki bu sınavı kaçırdım. (o zaman merkezi sistem yoktu. Her fakültenin kendi sınavına girmek gerekiyordu.) Sonra Ankara Hukuk Fakültesi’ne yazıldım. Burada devam mecburiyeti olmadığından çalışabilirdim. Hava yollarına girdim. Ne yazık ki, Hava Yolları Genel Müdürlüğü İstanbul'a nakledildi. Bu arada evlenmiştim ve arka arkaya iki tatlı kızım olmuştu. Bu şartlarda fakülteyi bitiremedim. Bir müddet sonra işimden de ayrılmak zorunda kaldım.
65 YAŞINDAN SONRA YAZMAYA BAŞLADIM
Çocuklarımı bizzat büyütmek istemiştim. On yıla yakın bir zaman evde özel ders verdim. İki kızım o zaman çok revaçta olan Boğaziçi İşletme Bölümü’nü bitirdi. Evlendiler torunlarım oldu. Onları da büyüttükten sonra 65 yaşında yazmaya başladım. Bu zamana kadar beklememin bir çok sebebi vardı. Eşim Yalçın Gökbudak'ı 2006 yılında kaybettim. 2017 Şubat’ına kadar İstanbul'da yaşadım. Şu anda kızlarıma yakın olmak için Ankara'da ikâmet ediyorum. En belirgin özelliğim çocuklarıma torunlarıma, tüm sülaleme ve memleketim Elâzığ'a aşırı düşkün olmamdır. Kendimi roman yazarı olarak tanımlamama rağmen, bir çok kişi tarafından sevilen şiirlerim vardır. Yazma yeteneğini annemden aldığımı, ancak beni yazar Naşide Gökbudak olmamda, lisedeki edebiyat hocam sevgili Cahide Dalakoy'un büyük rolü vardır. Onu saygı ve sevgi ile anıyorum.