Bayramlarımız
Mehmet ŞimşekBayramlar anneannemdi benim…
1966 yılının 19 Şubat’ında doğmuşum.
Üsküdar Zeynep Kamil Hastanesi’nde hayata gözlerimi açmamdan birkaç gün sonra Paşabahçe’deki evimize gelmişiz.
Genç karı-kocanın eve bayram havası yaşatan bebeği beşiğe koymalarının ardından alttan alta süren gerginlik nihayet su yüzüne çıkmış:
- İsmi ne olacak?
Babam, babasının ismi ‘Hamit’ için bastırırken annem ise ‘Mehmet’ demiş de başka bir şey dememiş…
Taraflar anlaşamayınca iş kuraya kalmış…
Babam bir elinde tuttuğu madeni yuvarlağı fırlatmadan önce sözüm ona centilmenlik yaparak sormuş:
- Hangisi?
Genç kadın yaradana sığınarak ‘tura’ demiş.
Para yere düştüğünde annemin yüzünde güller açmış…
Fakat serde mızıkçılık var ya; hangi gerekçeyledir bilinmez, babam yeniden para atmayı teklif etmiş…
Genç kadın ‘peki’ demiş çaresizce.
Halının üzerine düşen para babamın yüzünü allak-bullak etmiş. Yalancı pehlivan yenilmeye doymaz misali; bizimkisi“Allah’ın hakkı üçtür” diyerek su koyuvermiş bu sefer de.
Son kez parayı atacağını ve bu işin bir daha geri dönüşü olmayacağını söyleyen babamın ‘hakkı üç’ diye sığındığı Allah’ın adaletine güvenen valide hanım, olasılık kurallarına inat yine de ‘tura’ demiş…
Nefesler tutulmuş…
Yere düşen para bir zaman kendi etrafında dönerek durmuş.
Ve bildiğiniz malum netice…
Hezimete uğrayan adam son çare olarak ismimin ‘Hamit’ olması karşısında anneme altın bilezik alacağını söyleyerek rüşvet girişiminde bulunmuş. Mağrur kadın hiç oralı bile olmayınca artık babam için Kaf dağının ardındaki son umut da tükenmiş…
Aklım erdiğinde annemin bu isimde neden ısrarcı olduğunu sorduğumda şu yanıtı almıştım:
- Anneannene sözüm vardı.
***
Mehmet adı aynı zamanda anneannemin çok genç yaşta kaybettiği eşinin; yani dedemin ismi. Anneannem teyzem ve dayımların çocuklarına “Mehmet” ismini koymalarına dair imada bulunmuşsa da pek aldıran olmamış…
Hal böyleyken, bana hamile olan annem, hasta yatağındaki anneannemin kulağına, doğacak bebeğin erkek olması halinde adını ‘Mehmet’ koyacağını fısıldamış…
Ve nihayet ben doğmuşum.
Henüz 29 günlük iken Mart soğuğunda beni sarıp-sarmalayarak Düzce’de bulunan anneanneme götürmüşler. Annemin anlattığına göre Ayşe ninem, ben getirilene kadar ölüm döşeğinde ‘Memedim, Memedim’ diye sayıklayıp durmuş. Yorgun hafızası gidip gelen yaşlı kadın beni kucağına alıp da koklamasının ardından birkaç gün sonra ruhunu teslim etmiş.
***
Çocukluğumdan ilk gençlik yıllarına kadar hemen her bayram Düzce’ye gitmek adet olmuştu.
İki dayı, üç teyze ve bir dünya akrabayla birlikte yaşadığımız bayram günleri hâlâ dün gibi aklımda. Çocukluğumun biricik ‘rol modeli’ rahmetli İbrahim Dayım’ın muziplikleri ise bambaşka bir yazı konusu.
Elinden her iş gelen dayımın bana tahtadan, usta marangoz işi yaptığı tüfekleri, kauçuklu kuş lastiğini ve mantar tabancalarını unutmam mümkün mü?
Hele bir de sırf beni eğlendirmek üzere koynunda sakladığı canlı kurbağayla yaptığı bir şov var ki, ne zaman aklıma gelse tebessüm etmekten kendimi alamam.
Bayram sabahları benim için,anneannemden kalan eve yayılan kızartma kokusu, biraz ‘Ankara asfaltı’ndan geçen yorgun kamyonların uğultusu, biraz kayın ağaçlarının kekremsi kokusu ve biraz da annesini hatırlayan annemin gözlerindeki nemdi.
Ve bayramlar benim için biraz da anneannemdi…
Mutlu bayramlar…
NEDEN DEKOVİL?
Çok sevgili dost Yusuf Darıyerli, Mavi’nin ilk sayısı çıktığında beni arayarak katkı vermemi isteyince tereddütsüz ‘evet’ demiştim.
Sonrası çorap söküğü gibi geldi.
Mavi sulara yelken açan dergimizin kaptanı sevgili Atilla Gösterişli’yle yaptığımız telefon görüşmesinden sonra işlem tamamdı.
Kendisiyle hiç yüzyüze gelmememize rağmen gerek telefon konuşmalarımızda gerekse e-mail yazışmalarımızda kısa zamanda kaynaştık…
Ortak bir dil kurduk; 4 ayda 40 yıllık dost olduk.
Kaleme alacağım yazılara köşe ismi olarak “Dekovil”i seçtim.
Mavi’yi takip eden dostların bir kısmı “Dekovil nedir ve neden dekovil?” diye sorunca açıklamak şart oldu…
Dekovil oldukça insani bir makina; tıpkı bisiklet gibi…
Kol gücüyle çalışan bir nevi lokomotif.
Dekovil makinanın insanı, insanın da makinayı esir almadığı bir mekanizma. İnsan-makina ilişkisi eşitlikçi ve mertçe.
Üstelik ismi şiirsel de...
Annem anlatırdı; eskiden ormanlardan kesilen ağaçları Düzce'ye taşıyan bir "Dekovil Hattı" varmış. Halk arasında bu hatta "Tekavil Yolu" deniyormuş...
Ben de belleğimdekileri Dekovil'e yükleyerek bu dergiye taşımaya çalışıyorum...