Yalnızlığın zindanı paranoya
Jan Berslen DevrimOnu ilk gördüğüm günü hatırlıyorum, küçük bir yüzü vardı. Kıvırcık, başının üzerinden fışkırırcasına çıkan saçları, yaralıymış da iyileşmiş gibi kırmızı lekeler ile dolu tenini dikkatle izlemek, incelmek istemiştim ama bir yandan da izlememin tehlikeli, yasak, ayıp olduğunun farkındaydım.
İlk karşılaştığımızda, sigarasını ince, damarlı ve olduğundan en az on yıl yaşlı görünen parmaklarının titrediği dikkatimi çekmişti. Her şeyi aniden yapıyordu, çay söylemesi anidendi, ya da bir şeylere kızması, öfkenin sesini inceltip titretmesi, bağırmaya başlaması ve sonra belki de hatalı bir şeye bağırdığını anlayıp kahkaha atmaya başlaması. Zihni ve duyguları bir yoldan diğerine giden bir araç gibi değil, fırtınada salınan yaprak parçası gibi farklı farklı yönlere gidiyordu.
Onu izleyen birisinin bu ani değişimleri anlaması mümkün değildi. Fakat bazen düştüğü o sessizlik anlarında, önce çevresindeki masaları, sonra insanları, sonra zemindeki karoları saydığını biliyordum, gözlerine bakar anlamlı, tutarlı bir plan, yaşanan anın ötesinde bir duygu ve empatiye dair bir ışık bulmaya çalışırdım.
Onun bitmeyen bir terk edilme duygusu içinde, çevresindeki hemen herkesten nefret eder ya da korkar, sevgi ve şefkate dair hiç bir ipucu taşıyamaz tutumunun algımın üzerindeki bencilliğinden kaynaklandığını nice sonra anladım.
Kendisinden başka kimseyi düşünebildiğini görmedim. Her konuda, en basitleri dahil olmak üzere, kendisine ne olacağını soruyordu ilkin. Duyduğu her haberin olumsuz etkilerine kurguluyor, zararlarını tartıyor ve belki ama belki bir olumlu sonuç çıkacaksa da onu sonuna kadar sömürmek, bitirmek istiyordu.
Sokak kedilerinin buldukları mamayı doyana dek değil, bitirene dek yemeleri gibi. Çatlasalar da yemeye devam etmeleri gibi.
Bencilliği her türlü ilgiyi, şefkati tüketiyordu. O'na bir kez gülümseyenleri bir tek saniye yalnız bırakmıyor, sürekli arıyor, ani kahkahalar ile küçük ve anlamsız şakalara gülüyor, o şakayı dakikalarca tekrar ediyor ve o ilgiyi takdir ettiğini göstermeye çalışıyordu. Ardından bu şefkate karşı mekanik bir beklentiye giriyor, aynısını tekrar tekrar almaya çalışıyor ve nihayet alamadığında ise yakılıyor, düşmanca kurgulara giriyor, olmayan parasını, artık sönmüş güzelliğini, kimsesizliği ile örülmüş çevresini birisinin sömürmek istediğini düşünüyor ve nefretle bakmaya başlıyordu.
O'nun yalnızlığına sabredebilmek cesaretini gösteren herkesi, zehirliyor ve aynı zindanın içine çekiyor, dünyanın canavarlar, düşmanlar ve hayaletler ile dolu olduğu, sadece ve sadece kendisinin ilgi görmeye değer olduğunu anlatmaya çalışıyordu.
Bu zalim ve yakılmış dünyaya sabredebilen çıkmadığından ya da birileri sürekli vazgeçtiğinden tekrar başa dönüyordu.
Sonra parmaklarının arasına, bir gün kendisini öldürecek olan, ince sigarasını alıyor, her geçen gün yaşlanan bedeni titrerken, bütün dünyanın neden kendisine düşman olduğunu düşünüyordu.
Asla var olmamış gibi olduğu ve olacağı dünyanın neden kendisine düşman olduğunu düşünüyordu.