Riyad'da seçim
Jan Berslen DevrimUçaktan indiğimde, nasıl bir şehir ile karşılaşacağımı çok merak ediyordum. Dünyanın en büyük kimya şirketlerinden birinin yöneticileri ile toplantı için Riyad’a gelmiştim ve henüz sabah olmamıştı.
Beni havaalanı çıkışında lüks bir araç ile karşılayan şoförün ayağında olabilecek en basit ve ucuz plastik terlikler vardı. Şubat ayı için, bence, hava çok sıcaktı ve yol boyunca ilgi ile izlediğim şehir tamamen kum rengiydi.
Devasa caddeleri, çoğunluğu bir yada iki katlı binaların yanından geçerek aştık. Konut olduğunu düşündüğüm her binanın çok yüksek duvarları vardı. Bir gökdelenin içinde olan otelime geldiğimde artık gün ışımıştı ve odamın penceresinden, tüm şehrin aynı renk, kum rengi olduğunu görebiliyordum.
Öğleden sonra toplantılarımızı tamamladık ve beni tekrar otelime bıraktılar. Akşam yine otelin içindeki restoranda yemek yiyecektik. Ben yine aynı binada bulunan alışveriş merkezini gezmeye karar verdim.
Alışveriş merkezinde her dükkan, restoran için iki ayrı kapı vardı: Erkekler ve aileler. Eğer tek başına bir erkekseniz, belli katlara da çıkamıyordunuz. Eğer belli bir dükkandan alışveriş etmek istiyorsanız, oraya sadece yanınızda eşiniz varsa gidebilirdiniz. Dükkan basit bir kahveci de olsa.
Namaz saati gelince bir anda tüm kepenkler kapandı ve herkes koşarak bir yerlere gitti. Bana daha önce söylendiği üzere, ortalıktan kaybolmuş olmak için tuvalete gittim. Gördüm ki tüm alışveriş merkezindeki erkekler, Müslüman olsun olmasın, tuvalete doluşmuş, namaz saatinin bitmesini bekliyordu.
Belki on dakika beklediler ve tuvaletten çıkıp dükkanlarına geri döndüler.
Akşam, bize ayrılmış odada bir araya geldik, bir garson özenle içecek menüsünü dağıttı. Menü de seçenekler pek sınırlıydı doğrusu, elmalı maden suyu ve üzümlü maden suyu en başa yazılmıştı. Üzümlü maden suyunu seçtim. Garson özel şişesinde maden suyunu getirdi, şampanya açar edası ile açtı ve yine şampanya bardalarında servis etti.
Ben Riyad’a gittiğimde henüz kadınların araç kullanmasına izin verilmiyordu, şimdi de pek fazla kadının araç kullandığını sanmıyorum. Fakat hemen her kadının Hintli yada Pakistanlı bir şoförü olduğunu anlattılar bana. Tabii bu varlıklı aileler için. Eğer varlıklı bir aile değilseniz, kadının evinden çıkması imkansız gibi bir şey. Keza Riyad’da mesafeler çok uzak ayrıca tek başına bir kadının sokakta dolaşması çok uygun karşılanmıyor.
Şirketin genel müdürlerinden birine Riyad’da belediye seçimlerinin ne zaman yapıldığını sordum. Konuştuğum yönetici ABD’de eğitim görmüş, iyi İngilizce konuşan ve dost canlısı bir Arap’tı. “Hiçbir zaman” dedi. “Ülkemizde hiç seçim olmadı.”
Tüm bürokratlar ve yöneticiler kraliyet ailesi tarafından atanıyormuş ve vatandaşlara hiçbir konuda hiçbir söz hakkı tanınmıyormuş. Bana “Demokrasi bizim ülkemize çok uzak ama bir gün geleceğine inanıyorum” dedi.
Sonra babasının bir deve çobanı olduğunu, çok çalışarak kendisini okuttuğunu ve bugün bu refah seviyesine ulaştığını anlattı. Fakat başka ülkeleri görmüş bir insan olarak, özgürlüğe, demokrasiye, kendini ifade edebilmeye olan açlığını çok net anlattı.
Oysa, hayatlarımız ile ilgili temel konularda karar verebilmek binlerce yıldır var olan, insana dair en doğal haklardan biri.
Demokrasinin varlığı ve seçim yapabilmek bir lütuf değil. Nasıl köle olmamak bir lütuf değilse, yönetimde tercihlerimizi ifade edebilmek ve bunun da etkisini görebilmek bir lütuf değil.
Zaman zaman TV’de yer alan hamasi dizileri izleyen ve eskiye dair, özellikle Osmanlı dönemine dair hayaller kuranları gördüğümde çok şaşırıyorum. Osmanlı döneminde, diğer unsurları eleştirilebilir yada övülebilir ancak, bireyin hiçbir belirgin hakkı yoktu. Mülk sahibi olmak kısıtlıydı. Hiçbir yöneticimizi biz seçemiyorduk.
Bugün Osmanlı hayali ile tutuşanlar, eğer Cumhuriyet olmasaydı, o Riyad’lı yönetici gibi tercih yapamayan, değersiz hisseden bir birey olacağının farkında değil. Evet, Osmanlı ailesi çok büyük refah ve mutluluk içinde yaşayacaktı. Ama bizler hiçbir hakkı olmayan ve iki dudak arasında yaşayan bireyler olacaktır.
Cumhuriyet erkeklere ve kadınlara seçme ve seçilme hakkını birçok ülkeden önce verdi. “Hızlı ve Yavaş Düşünmek” kitabının yazarı Nobel İktisat ödülü sahibi Daniel Kahneman “Bireylerin kararları zayıf ve yetersiz olsa da kalabalıklar genellikle doğru karar vermektedir” diyor.
Bununla birlikte bugün, özellikle ülkemizde, demokrasi bir kazananlar ve kaybedenler oyununa dönüşmüş durumda. Aslında ülkemiz devasa bir tuval ve hepimiz bir nokta ile rengimizi gösteriyoruz ve güzel bir resim oluşmasını sağlıyoruz.
Ama sonuç maalesef böyle değil. Riyad’da olduğundan da çok farklı değil. Evet, seçimlere giriyoruz. Fakat kim kazanırsa kazansın, diğerlerinin görüşlerini göz ardı ediyor. Böylece kutuplaşma kazanıyor. Kazanmayanlar kendilerini ifade ettiklerini hissetmiyorlar.
Ülkemizde çok övünülen bir istatistik var: Sandığa gitme oranı en yüksek ülkelerden biriyiz, belki de en yüksek. Ben bunu utanılacak bir şey olarak görüyorum. Ülkemiz öylesine kutuplaştı ki, sandığa gitmeyen bireyler, çoğunluğun kendisini ifade edeceğine inanmıyor. Diğer bir deyişle, birbirimize ve birbirimizin sağduyusuna artık güvenmiyoruz.
Her seçim tamamen kazanılan veya kaybedilen yarış haline geldi.
Kendimi Riyad’da, olmayan bir seçim sandığını ararmış gibi hissediyorum.