O parkın adı
Jan Berslen DevrimO Parkın Adı
Çocuktu, ninesi her Perşembe minik, tombul ellerinden tutup onu pazara götürürdü. Ninesinin çok yaşlı olduğunu düşünürdü, çarşafın içinde bir kırışık yüz. Yıllar sonra aslında kadının o günlerde henüz kırklarının sonunda olduğunu anladı. Ama nedende ninesi hep yaşlıydı, erken evlenmiş bir kadının erken evlenmiş kızından doğmuştu ne de olsa.
Ninesi onu giydirip, hazırlardı. Köyden her iki saatte bir geçen minibüsleri bekliyor, diğer köylü kadınlar ile birlikte binip Pazar yerine gidiyorlardı. Ellerinde birkaç hafta boyunca hazırlanmış peynirler, biraz domates ve biber ile.
Kasabanın Pazar yerine geldiklerinde, ninesi bir köşede getirdiklerini satar, aldığı para ile biraz zeytin, bir parça kumaş, un alırdı. Evin bir iki ihtiyacının yanı sıra bir horoz şekeri de aldı mı, keyfine doyum olmazdı. Bir şekeri sıra ile yalarlardı. Tabi daha çok kendisi yalar, ninesi de oyun olsun diye elinden alıyormuş gibi yapardı.
Ninesini beklerken, Pazar yerinin karşısındaki parka gider, oradaki eski paslanmış zincirlerine rağmen büyük bir eğlence kaynağı olan salıncaklarda oynardı. Tabii kasabanın pazarı kurulduğundan başka çocuklarda gelmiş olurdu. O park, haftada bir yaşanan bir cennetti onun için.
Yıllar sonra şehre tekrar döndüğünde o parkın aslında küçücük olduğunu gördü. Aynı salıncakları, aynı paslı zincirlerin hala orada durduğunu görünce çok şaşırmıştı. Artık ellilerinin sonuna gelmişti. Ninesi çoktan hayata gözlerini yummuştu, aklında peynir, henüz pişmiş ekmek ve hasret kokusunu bırakarak. Bir de ne olduğunu bilmediği ama domatesle yapılan, kimsenin nasıl yapıldığını bilmediği, annesinin bile, o harika yemeğin tadını bırakarak.
Döndüğünde, birçok kitabı çıkmış bir yazardı artık. Ulusal bazı dergilerde yazıyordu. Birkaç romanı yayınlanmıştı. Romanlarında bir hayal bahçesi olarak o parkı, parkta yaşadığı mutluluğu, orada yapılan düğünleri anlatmıştı. Ninesinin mücadeleci ellerini, dedesinin sert bakışlarını anlatmıştı. Ekinlerin sıcaktan kırıldığı o sene açlığı, dayısının boğulduğu gün acıyı, annesi ile babasının nihayet Almanya’dan geldiği gün utanmayı, ağlamayı, kavuşmayı, yabancılaşmayı ve ninesinden koparıldığı ve artık ailesine kavuştuğu gün ise kalp yarasını, hayal kırıklığını ve hasreti öğrenmişti.
Bunların hepsini yazdı, bir bardak çayı yudumlar gibi, patates yemeğinin suyuna ekmek banar gibi, kiraz ağacına çıkıp dalların serinliğinde uyuklar gibi yazdı.
Çok meşhur olamadı, ailesini öğretmenlikle geçindirdi yıllar boyunca. Ama önce şiirleri yayınlandı, pek övgü aldı. Sonra romanları yayınlandı.
Yakından bir akrabası kasabaya belediye başkanı oldu. Bir gün aradı onu ve davet etti. Kasabadan pek fazla meşhur çıkmamıştı. Tek yazar, şair olan akrabasının adını bir yerlere vermek istiyordu. Camiye verecek hali olmadığına ve kasabada pek fazla isim verilecek yer olmadığından, bu parka onun adını vermeye karar vermişlerdi.
Ufak bir tören düzenlendi. İlk eğitimini aldığı ilk okulun öğrencileri getirildi. Eski öğretmenlerinden birini de buldular. Bir iki komik hatıra anlatıldı. Kasaba için önemini vurgulayan bazı konuşmalar da yapıldı.
Pek belli etmedi ama çok mutlu oldu. Romanlarının binlerce kez satmamış olduğunun farkındaydı. Ama doğduğu, aklının ve ruhunun beslendiği yere adının verilmesi onun için herşey, her ödülden daha önemliydi. Beslendiği kaynak takdir etmişti onu nihayet.
O çirkin ve yapmacık tören bile onu heyecanlandırdı. Yüzlerce fotoğraf çekildi. İsmi ışıklı bir tabela ile yazıldı: “Yazan Falanca Filan Parkı”
Bir iki gün kaldıktan sonra toparlandı, işine döndü. Döndü ama aklında sadece o park vardı. Artık doğduğu şehre dönmek, ata yadigarı toprağına sahip çıkmak istiyordu. Bir iki sene daha sabretti ve emekli oldu.
Hemen eşyalarını toparladı, ninesinden kalan evi düzenlemek için yola çıktı. Otobüsten kasaba merkezinde indi. Soluklanmak için adının verildiği parka uğradı.
Döndü ve parkın adının değiştirilmiş olduğunu gördü. “Şehit Filanca Falan Parkı” olarak. Hatta onun isminin söküldüğü delikler hala duruyordu.
Koşup belediyeye gitti. İsminin neden değiştirildiğini öğrenmek için. “Kasabamızdan birisi şehit oldu” dediler. “Şehitlerimizin adını yaşatmasa mıydık ?”
Diyecek bir şey bulamadı. Parkın yanındaki kafede bir çay içti.
Geldiği gibi döndü tekrar evine.
Köyüne dönmekten de vazgeçti.
MAVİ 1. SAYI OCAK / 2018